29 Kasım 2014 Cumartesi

Gaziantepspor - Galatasaray Maç Yazısı | Agresif Kimlik ve Hamza Hamzaoğlu

Uzun zamandır yazmıyordum. Yazacak çok şeyin, konuşulacak birçok konumuzun olmasına rağmen yazmamak en iyisiydi. Klavyeden çıkan her harfin, Galatasaray'a zarar vereceğini bilmek yazmaya engel oldu. Şimdi yeni bir başlangıcın zamanı olsun diyelim...

"AGRESİF" KİMLİK

Sezon başından beri Galatasaray kötü futbol oynuyor. Sebepleri herkesin malumu. O yüzden oyunculara, hocaya veya yönetime vurmak yerine, en büyük kaybımızdan yani "agresiflikten" bahsedeceğim. 

Galatasaray'ın Derwall döneminden beri sahaya yansıttığı agresif ve ofansif futbolu, son 2 sezondur İtalyan ekolüyle geride bıraktık. Görev süresince hep desteklediğim Mancini ile başlayan "alan savunması" ve rakibi geride karşılama projesi, Galatasaray'ın genleriyle örtüşmüyordu. Haziran ayında Alman ekolüyle ofansif ve agresif futbol vaadleriyle beraber "Prandelli kabusu" ile karşılaştık. Yönetimsel zaafiyetin son ürünü (Prandelli ve İtalyan ekolünün devamı) ile beraber sezonun dibe vuruşu da gecikmedi. Kadro istikrarsızlığı, sistemin belirsizliği ve finansal krizlerin akabinde; başarısız sonuçlar işleri arap saçına çevirdi. Galatasaray'ın son 14 ayı genlerinin yozlaşmasıyla geçti. En önemli kozumuz olan agresifliğimiz, son 14 ayda bir kenara atıldı. Gaziantep maçının devre arasında Twitter'da yazmıştım "Sneijder pres yapmaya çalışıyor destek veren yok. Burak prese başlıyor yardıma gelen yok. Böyle "takım" olamazsın." 



Futbol bir takım sporudur. Birlikte hareket etmek gerekir. Tek başına savunma yapmanın veya tek başına hücum yapmanın takım sporlarında yeri yoktur. Galatasaray başarılı olmak istiyorsa birbiri için mücadele eden futbolculardan kurulu olması gerekir. İleride oynayan futbolcular prese başladığında, diğer oyuncular aynı anda topun olduğu yere doğru hareket etmeli. Hakan Şükür veya Elmander'in en önemli özelliği takımın yapacağı presin startını vermesiydi. Burada önemli bir detay var, arkada oynayan oyuncular Hakan Şükür'e veya Elmander'e destek veriyorlardı. Yani aynı yöne hareket etmeye ve topu kazanmaya çalışıyorlardı. Gaziantep maçının ilk devresinde ve bu sezon oynadığımız diğer maçlarda, rakip futbolcular herhangi bir zorlukla karşılaşmadan, kale sahamıza kadar geldiler. Bunun temel nedeni bahsettiğim agresifliği yitirmiş olmamızdı. İkinci yarıda Umut Bulut'un oyuna dahil olmasıyla takım olarak baskı yapmaya ve dönen topları toplamaya başladık. Diğer önemli bir sonucu ise ikinci yarıda Gökhan Süzen'in rövaşatasının haricinde rakibe pozisyon vermeyişimizdi. Galatasaray skor avantajını eline geçirmek ve diğer kusurlarını kapatmak istiyorsa agresif futbol oynamaya mecbur. Büyük takım olmak bunu gerektirir.

Gaziantep maçının ikinci yarısında bir kıpırdanma yaşadık. Pozisyon sayımız artarken kalemizde verdiğimiz pozisyon sayısı ise düşüş gösterdi. Taffarel'in yönetiminde önemli bir deplasmandan 3 puan aldık. Takımın taraftarla bütünleşmesi açısından da önemliydi. Umarım güzel günlerin başlangıcı olur.



HAMZA HAMZAOĞLU

Prandelli'nin gidişi ile beraber birçok teknik adamın ismi Galatasaray ile anıldı. Taraftar her hocaya bir kulp takmayı başardı. Hamza Hamzaoğlu içinde birçok yorum yapıldı. Sneijder ile ilgili Dünya Kupası'nda yaptığı yorumu ben dahil herkes eleştirdi. Terim'in şürekasından olması ve Sneijder'e düşmanca bir tavır sergilemesi pek kabul edilebilir bir durum değil. Ancak bunlar Hamza Hamzaoğlu'nun düzgün karakterli ve işinde başarılı bir hoca olduğunu değiştirmeyecektir. Galatasaray'ın başarılı olması için desteklemekten başka çare yok. Çünkü "başka GALATASARAY yok !" Bu yüzden kendisine "hoşgeldin" diyorum. İnşallah özlenen Galatasaray'ı bizlere izlettirir.

Hamza Hamzaoğlu kendi kariyeri için de çok önemli bir sınava çıkıyor. Türkiye'nin en büyük kulübünde çok büyük baskı altında çalışacak. Oğuz Dağlaroğlu, Bilal Kısa ve Niasse'yi idare etmekle Muslera, Melo ve Sneijder'i idare etmek bir değil. Maç kaybettiğinde Akhisar'da aldığı eleştiri ile Galatasaray'da berabere kaldığında alacağı eleştiri bir olmayacaktır. Kaybettiğinde kopacak fırtınaları söylemiyorum bile... Bu yüzden çok dikkatli olması gerekiyor. Medyanın daha ilk saatlerde üzerine gittiğini de gördük. "Hamza Hamzoğlu'nun Sneijder için sözleri" ve "Akhisar'ın Fenerbahçe'yi alkışlaması" ilk saatlerde basında yer buldu. Buna benzer birçok haberle taraftarın önüne atılmak istenecek. Yönetim dik durabilirse Hamza Hoca başarılı olur. 

Hamza Hoca sistem olarak 4-2-3-1 oynatacaktır. Sneijder bu sistemde kendisine yer bulurken, Umut Bulut'u da sağ veya sol kenarda izleyebiliriz. Daha ofansif ve topa hakim olan bir takım yaratacağına eminim. Yeter ki "agresif" kimliğimizi hatırlayalım.

Herkese iyi Pazarlar...






26 Ağustos 2014 Salı

Süper Kupa Maç Yazısı | Galatasaray Bir His Takımıdır !

Uzun zaman oldu yazmayalı. Mağlubiyet yazısıyla geri dönmek istemezdim ama birazdan değineceğim sebepler insanı mecbur bırakıyor...

Önce Süper Kupa ile başlayalım.

2 sezondur müzemize götürdüğümüz Süper Kupa'yı, bu sezon suyun karşı yakasına kaptırdık. Sahada gördüğümüz Galatasaray'ı herkes gibi bende tanımakta zorlandım. Sezon öncesi oluşu, sıcak hava, saha zemini gibi sebepler tabi ki önemli ancak geçen sezondan beri takımın üzerinde ki isteksiz tavır kabul edilebilir değil. Bu takımın iki Süper Kupa finalinde Fenerbahçe'ye top göstermediğini hatırladıkça insan kahroluyor. Baba Gündüz'ün "Galatasaray bir his takımıdır" sözü yine unutulmuşa benziyor.

Galatasaray fiziksel olarak rakibinin çok gerisinde. Sezon öncesi kampını iki takımda aynı dönemlerde açtı. Yeşil sahaya baktığımızda ise her ikili mücadelede yerde kalan sarı kırmızılı futbolcular gördük. Ön alanda pres yapmaya çalışıp, hiçbir topu kazanamayan; hava toplarının hepsini "çubuklu tosunlara" teslim eden bir Galatasaray izledik. Prandelli ve fizyoterapist Venturati'nin sezon planlaması nasıldır bilinmez fakat şuanda fizik olarak hiç hazır değiliz.

Venturati


Hazırlık maçları süresince Galatasaray ciddi üretkenlik sorunu yaşadı. 4-2-3-1'e geçiş bu kadar sancılı olmamalıydı. Takımın sahaya yerleşmesinde boyu uzamış ve bloklar arası mesafe fazlalaşmıştı. Takımın birbirine daha yakın oynaması ve rakip kaleye yaklaştığında sorumluluk alan oyuncuların kendini göstermesi gerekiyordu. Süper Kupa'da bu senaryonun devamını izledik. Bloklar arası mesafe fazla olduğu için oyunu istediğimiz şekilde yönlendiremedik. Yapılan basit pas hataları kalemize pozisyon olarak geri döndü. Oyun içerisinde istenileni yapamadığımız için mental düşüş de beraberinde geldi. 120 dakika boyunca, kısa parlamalar haricinde, oyuna hükmettiğimiz dakikalar 10'u geçmedi. 3. bölgeye geldiğimizde ise ceza sahasında çoğalamadık.

Sadece Burak Yılmaz'ın tek başına bir şeyler üretmesini beklemek hayalcilik. Kendisini geriden gelerek destekleyecek oyunculara ihtiyacımız var. Maç boyunca orta sahadan ceza sahasına yaptığımız süpriz koşu adedi yok denecek kadar az. Oyundan çıkana kadar forvet arkasında oynayan Sneijder, Mehmet Topal tarafından oyundan silindi. Mancini, Sneijder'i sol kanatta oynatırken doğru olanı yapmış. Kalabalık içerisinde kaybolmasına mani olmuş. Sol kanatta kendisine daha net pozisyonlar hazırlıyor ve arkasında oynayan Telles'i oyuna sokuyordu. Telles'in hücumda ki gerilemesinde başlıca sebep Sneijder gibi bir oyuncunun önünde olmayışı. Telles rakibi çalımlayarak çizgiye inen bir bek değil. Önünde oynayan oyuncuyla yaptığı verkaçlar sayesinde çizgiye inebilen bir bek. Bu sebeple pas yapabileceği bir oyuncuya ihtiyacı var. Dün ki maçta oynayan Yasin Öztekin'e alışkın olmadığı için sıkıntılar yaşadı. Telles'in savunma kısmına değinmeye gerek duymuyorum çünkü Kuyt ve Gökhan Gönül sol tarafımızı otobana çevirdi. Prandelli'de artık dayanamayıp Hakan Balta'yı oyuna aldı.

Takım içerisinde ileriye gitmesini beklediğimiz isimlerin çoğu form olarak halen geriye gidiyor. Bunların başında Telles ve Selçuk İnan geliyor. Ne zaman düzelecekleri ise muamma. Bu isimlerin haricinde  Galatasaray'ın "sezona hazır" diyebileceği oyuncu sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Dün akşamın göze batan belki de tek ismi Aurelien Chedjou idi. Geçen sezon deplasmanda ki Juventus maçı ve dün akşam oynanan derbide gayet etkileyici bir maç çıkardı.

Onca olumsuzluklar arasında sadece yüzümüzü Muslera güldürüyor. Kaleciliğinin ötesinde insan olarak da çok büyük değerler taşıyor. Maç boyu yaptığı başarılı kurtarışlar ve maçın adamı seçilmesi hepimizin yüzünü güldürdü. Yürüyedur NANDO !

* Volkan Demirel olayına değinmiyorum, küfürsüz ifade etmem mümkün değil !
** Yekta'nın penaltı atması yasaklansın !
*** Süper Kupa Finali'ni Aslanım'da beraber izlediğimiz Galatasaray Sözlük yazarlarına selam olsun...



15 Mayıs 2014 Perşembe

Dertlerini SOrMAya Yaralarını Sarmaya GELİYORUZ !



Soma'ya olan aidiyetimiz, Ali Sami Yen'de senelerce asılı duran “SOMA KÖMÜR DİYARI, ŞANLI GALATASARAYIMIZA BAŞARILAR DİLER” pankartında gizliydi. Bu güzel pankart Galatasarayımızın başarılarını, zaman zaman kapalı tribünden zaman zaman da yeni açıktan seyreyledi. Yaşanan facia sonrası, parçalı formaya gönül vermiş Soma halkının yanında olmak için yola çıkıyoruz. Yola çıkarken de bu işin faillerini unutmuyoruz !

Canı yanmış insanı yumruklayıp, yere düşeni tekmeleyeni; "tedbir" almadan "tevekkül" bekleyenleri, önlerine gelen araştırma önergelerini "kuru muhalefet(!)" olarak görüp reddenleri, yaşanan faciayı sıradanlaştırıp geçiştirmeye çalışanları, tarihten örnek göstereyim derken tarih öncesi çağlardan maden devrine inenleri, 1900'leri işaret edip 2014'de yaşadığımızı unutan zihinleri, "devlet çok hızlı çalışıyor" diyerek hükümet reklamıyla "cenaze levazımatçılığını" karıştıranları, halen enkaz altında kalanların "net sayısına" ulaşamayanları, yaşanan "facianın sorumlularını halen görevde tutanları"da Allah'a havale ediyoruz.

Soma Kömür Madeni'nde yaşanan bu büyük facia sonrası sıra bizde. "Ah de vefa" nasıl olurmuş gösterme zamanı. Soma'nın yaralarını sarıp, pansuman yapma zamanı. Öksüz kalmış çocukları ve aileleri sahiplenme, onlara elimizden geldiğince destek olabilme zamanı.

Omuz omuza olup bu girdaptan çıkmak için sende elini uzat.

Hep beraber "Dertlerini SOrMAya Yaralarını Sarmaya GELİYORUZ !"




19 Nisan 2014 Cumartesi

1.Galatasaray Harbi

Her kafadan çıkan farklı bir sese şahit oluyoruz. 

Galatasaray'ın bu sezon ki kötü performansında kim suçlu ?

Ünal Aysal mı ? Yoksa "basiretsiz" Yönetim mi ? "Hayallerimizi yıkanFatih Terim mi ? "Üvey evlatRoberto Mancini mi ? "Ruhsuz" futbolcular mı ?

Adnan Polat döneminde, fatura önce Adnan Sezgin'e, sonra Adnan Polat'a kesilmişti. Failler belliydi. Kelle istenecekse taraftarın önünde belli kişiler vardı. Yaşadığımız sezonun failleri ne bir ne de iki kişi. Çok daha fazlası...




Malum isimlerin yaptıklarını tek tek sıralamaya gerek yok. Sadece Ünal Aysal'ın Fatih Terim'e söylediği "eleman" lafından, "kurumsallaşıyorum" diyerek 2 sene yakalanan başarıda büyük katkıları olan Albayrak, Dürüst ve Öztürk'ün yönetimden uzaklaştırılmasına; RTE'nin "Alo Fatih, milli takımın başına geçmeni istiyorum" söylemine ve Twitter açıklaması yüzünden alınan vergi cezasına bile bakabilirsiniz. Yapılan bir yanlışın, süreç içerisinde büyüyerek "operasyona" hazır hale gelmesi bugünlere zemin hazırlamıştır.

Roberto Mancini'ye Fenerbahçe maçında açılan "Roma bir  günde inşaa edilmedi" pankartını hatırlarsınız. Mancini ile sözleşme imzalamaya giden Bülent Tulun, İtalyan hocaya "biz geleceğin takımını kurmak istiyoruz" derken, bunu taraftara açıklama gereği bile duymamıştı. Osmanlı Devleti'nin geçirdiği Lale Devri'nde başlayan yenilikler sarayın dışına çıkamayınca, kaçınılmaz son 1. Dünya Savaşı'nda gelmişti. Galatasaray'da ise "yenilik" düşüncesi taraftara iyi anlatılmadığı için "1. Galatasaray Harbi" yakın görünüyor.




Bir türlü ifade edilemeyen "gençleştirme" ve "geleceğin takımı" olayını tekrardan anlamak ve özümsemek gerekir. 25 Mart'a kadar bu olayı sadece YönetimTulun ve Mancini biliyor. Taraftar ise bu gerçeği, 25 Mart'ta oynanan Bursa maçı sonrası, yapılan basın toplantısıyla öğreniyor. Geç gelen açıklamanın zamanlaması da manidar !  Şampiyonlar Ligi'nden elenmiş, Süper Lig'e havlu atmış ve elinde sadece Türkiye Kupası kalmış bir dönemde, taraftar böyle bir gerçekle tanıştı. Sürekli bir şekilde "takım toparlanacak, sezon sonu şampiyonuz!" söylemleriyle günü kurtaran bir yönetim; tribüne oynamaktan başka bir şey yapmamıştır.

Her kafadan farklı bir sesin çıktığı, kimin ne söylediğinin, ne anlattığının hiç bir öneminin kalmadığı zamanlarda; yitip giden değerleri mumla aramaya başlıyoruz. Taraftarından kopuk bir yönetim anlayışını kabullenmek mümkün değil. " Türkiye'dir Galatasaray "sözü, sonuna kadar bir realitenin ürünüdür. Bakmayın "İslam Çupi şu tarihte Fenerbahçe için yazmış" diyenlere. Onlar kendi cumhuriyetini kurmanın derdinde iken; Galatasaray bu gerçeği ülkeye sunmuştur. Bu yüzden Türkiye'nin her köşesine sarı kırmızı hakimdir. Galatasaray yönetimi, bu yüzden meclis gibi olmalıdır. Bu meclis sadece "liselilerden"oluşamaz! Candan Erçetin, Şükrü Ergün, Özkan Olcay ile bu ülkenin "medar-ı iftiharı" yönetilemez! Şahıslarla problemim yok. Sadece yetkinliklerine lafım. Ünal Aysal'ın bu aşamada mutlaka ve mutlaka yeniden seçime gidip, listesini güncelleyerek seçilmesi gerekmektedir. Bu bir hatanın kabulü müdür ? Evet kabulüdür ! "Kurumsallaşıyorum" diyerek, ülke futbolunun gerçeklerine "Fransız" kaldığının kabulüdür. Maalesef o seviyelere hala gelemedik. Nasıl gelelim... Atanmışların yönettiği, şikenin örtbas edildiği, ırkçılığın geçiştirildiği Türk futbolunda; neyi nasıl kurumsallaştıracaksın ? 




Türk futbolcularının profesyonellikten nasibini almamış tavırlarıyla, başına hala "baba" beklediği bir ülke burası ! Senede kazandıkları milyon euroların yanında, bir de devamlı sırtını sıvazlayacak "baba" istedikleri bir ülke... Galatasaray'da Lucescu sesleri yükseliyor. Yükselmesi de normaldir. Babacandır Lucescu. Tam Türk futbolcusuna göredir. Geldiği zaman, "Albayrak'ı yanıma isterim !" dediği zaman "kurumsallık" diyemezsin ama... Yanında görmek ister dostunu...

Arada kaynamaması gereken bir konu daha var. Çarşamba günü kupa maçı oynayan takımı, Cumartesi lig maçına çıkartmak sadece "atanmış" federasyona yakışırdı. Bir de olayın hakem boyutu vardır ki tam bir rezalet! Cüneyt Çakır'ın dün akşam Galatasaray'ı nasıl baltaladığını ve sezon başında yapılan operasyonun son halkasını nasıl oluşturduğunu da unutmayalım. Beşiktaş maçında kendisine yardım eden Semih Kaya'ya yapılan faulü es geçip, daha 7. dakikada verdiği kararla fişi çekmesini de not edelim. Gerisi "operasyoncuların" flaş takımı olan Kasımpaşa'nın becerisine kalmıştı. Onlarda 85 dakika eksik oynayan Galatasaray'ı, kaosa iten hamleyi gerçekleştirdi.

Camia olarak tarumar olmuş Galatasaray'da, tekrardan kenetlenmenin yolları aranmalı ve mümkünse yapılacak yeniliklerin de taraftara iyi anlatılması gerekmektedir. Bu büyük camiayı tekrardan kenetleyebilecek isimlerin, kulüp çatısından içeriye girmesi ve 4. yıldız için çalışmalara derhal başlanılması gerekmektedir. Zaman ağlayıp dövünme zamanı değil, Galatasaray'a sahip çıkıp çözüm üretme zamanıdır ! 

13 Nisan 2014 Pazar

"Euroleague Fatihi" Sarayın Sultanları

Hiç şans tanımadılar size. O kupayı kazanacağınıza ihtimal dahi vermediler.

Turnuvanın ilk maçında yönetimden hiç kimse yoktu mesela. Taraftar desen 5-10 kişiden ibaretti. 

Yönetim sezon başında bütçe olarak ufalmaya gitmişti. 

Taraftar desen, önce ki senelerden gelen hayal kırıklığıyla İpekçi'nin parkelerinde yalnız bırakmıştı sizi.

Avrupa kupalarında Türkiye'ye ilk başarıyı getiren Galatasaray'da, şubenin kapatılma ihtimalleri dahi konuşulur olmuştu. 

Unutmuşlardı Galatasaray'ın bir SPOR kulübü olduğunu...

1998-1999 sezonunda Derya Özyer, Andrea Stinson, Çelen Kılınç, Korana Zanza, Handan Özbek, Wendy Palmer, Jankovska, Nihan Anaz ve Aycan Yeniley ile Avrupa 3.lüğünü yaşayan kadronun başında yine Ekrem Memnun vardı. Aradan 15 yıl geçmiş, dönemin kaptanı Derya Özyer yardımcı antrenör olmuştu. Derya Özyer kendi jenerasyonunda Türkiye'nin en yetenekli oyuncusuydu. Çelen Kılınç ile beraber Türkiye Ligi'ne ambargo koyan kadronun iskeletini oluşturmuşlardı. 1999'da 3.lük ile yetinen Derya Özyer, dün akşam yardımcı antrenör olarak Avrupa'nın en büyük kupasına uzandı.

Işıl Alben, Ceyhun Yıldızoğlu döneminde kaybedilen şampiyonluklarda hep baş sorumlu olarak gösterildi. Hiç hak etmediği ithamlara maruz kaldı. Ancak Ekrem Memnun'un yönetiminde o da küllerinden doğdu. Sayı atmadığı zaman asist, asist yapmadığı zamanlarda kısacık boyuyla topladığı ribaundlarla takıma katkı verdi. Oyunu hep kontrol etti. Direksiyonda usta bir pilot, takım içerisinde gerçek bir liderdi artık. Turnuva boyunca her maç daha fazla büyüdü. En kritik yerde Ekaterinburg'u dize getirirken üçlüğü gönderdi. Son iki dakikada 2 hücum ribaundu ile oyunda tuttu Galatasaray'ı... Fenerbahçe maçında da yine herkesi büyüledi. Elini soktuğu her topu çekti aldı. Tepeden ikili oyunları ve sinsice çekip aldığı ribaundlarıyla bir hayali gerçekleştirdi. Turnuva öncesi Dinamo Kursk ile anlaştığı iddiaları çıkmıştı. Zaman ne gösterir bilinmez ama Işıl Alben'in takımda kalması şart. 



Ve baş antrenör Ekrem Memnun... Galatasaray'a iki yıl içerisinde büyük bir kimlik kazandırdı. Geçen sezon Fowles ve Ann Wauters gibi oyuncularla pek yıldızı barışmadı. İstediği kimliği oturtabilmek için Euroleague'de çaylak sezonunu geçiren Kelsey Bone'u kadroya kattı. Sancho ve Alba Torrens ile "yola devam" dedi. Türkiye Ligi'nin sayı kraliçesi Shavonte Zelluos hamlesi ile skorer oyuncu eksikliğini giderdi. Kadro yapısı ile savunmayı ön planda tutan, tepede ikili oyunları iyi oynayan, forvetlerden Alba ve Zelluos ile dış atışları değerlendiren bir takım ortaya çıktı. Takım içi liderliğini de Işıl Alben'e veren Ekrem Memnun, izlemesi keyif veren bir takımın temellerini attı. 

Özellikle turnuva genelinde uyguladığı alan savunmasıyla Ekaterinburg'u sahadan sildi. Final maçında ise aynı akıbeti Fenerbahçe'ye yaşattı. Baskılı alan savunması rakiplerin korkulu rüyası olurken, kapılan toplarda cezayı Zelluos ile kesti.  Ekaterinburg maçının kahramanı Alba Torrens'in, Fenerbahçe maçında etkisiz kalması, takım içerisinde farklı isimleri ön plana çıkardı. Özellikle sakat sakat oynayan Sancho Lyttle ve Nevriye Yılmaz'ın yüksek posttan bulduğu sayılar nefes aldırdı. Maçın asıl kahramanı olan Şebnem Kimyacıoğlu'nu da unutmamak lazım. Üst üste bulduğu iki üçlük, kupayı Galatasaray'a getirdi.

Yine Ceyhun Yıldızoğlu dönemini hatırlarsak, savunma yapmayı sevmeyen bir takımdık. Hücumda ise takımın skor yükünü çeken Diana Taurasi'nin eline bırakılan topları ve kaderine terk edilmiş Galatasaray hücumlarını anımsarız. Ekrem Memnun iki sene içerisinde öncelikle bu sorunları çözdü. Savunmadan beslenen bir takımın, hücum performansı parlayınca makine gibi işleyen bir takım çıktı ortaya. Sahada iç-dış dengesini iyi oturtan Galatasaray, top paylaşımını da muazzam yapınca bu başarı kaçınılmaz oldu. 

Sırada senelerdir hasretini çektiğimiz Türkiye Ligi var. Şuanda ki motivasyonla ligi de kazanacağımıza kesin gözüyle bakıyorum. En son şampiyonluğumuzun 1999-2000 senesinde olduğunu da hatırlatalım. Bu sene kazanılacak şampiyonluk, bayan basketbolunda Yenilmez Armada'nın tekrardan doğuşunu müjdeleyecektir. Biz yeter ki bu takıma inanmaya devam edelim !


6 Nisan 2014 Pazar

Galatasaray - Fenerbahçe Maç Yazısı | İçimiz Rahat Etti

Bütün haftayı medyanın gereksiz gazlamaları ve  Fenerbahçeli (ismi lazım değil) bir futbolcunun Arena'yı kuaför olarak görmesiyle geçirdik. Açıkçası maç öncesi en çok çekindiğim konu, tribünün erken yenilebilecek gol sonrası vereceği reaksiyondu. Uzun zamandır tek bir olay dahi çıkartmayan Galatasaray taraftarı, hayal kırıklığıyla dolu bir sezonda; iç sahada ki Fenerbahçe mağlubiyetini kaldıramazdı. Ancak geçmiş yıllardan, tribün olarak ders çıkarttığımızı söyleyebilirim. Sahaya müdahale etmeden, 90 dakika oyunda olan bir Galatasaray taraftarı vardı. Islık, tezahürat, baskı, meşale, coşku vs. ne ararsanız vardı. Tribünün gerekli yerlerde müdahalesi ve hakemi baskı altına alması da çok önemliydi. Emre'nin ilk sarı kartında tribünün nasıl etkili olduğunu görebilirsiniz. Senelerdir, Galatasaray'ı kendi sahasında psikolojik savaşla yenen Fenerbahçe, bu sefer kendi silahıyla vuruldu. Galatasaray'da taraftarından futbolcusuna kadar herkes dersine çok iyi çalışmış. Çok kötü bir futbol izlediğimiz derbide, psikolojisi sağlam olan kazandı.

Maç öncesi gerek Nevizade, gerekse Ali Sami Yen Sokak bayram yeriydi. İstanbul'un güneşli bir güne uyanması, derbi atmosferini bütün İstanbul'a yaymıştı. 18:00 itibariyle Arena'da taraftar yerlerini almış, başta Emre Belözoğlu ve Volkan Demirel olmak üzere, suyun karşı yakasında ikamet eden takımı (Khalkedon) beklemeye başlamıştı. Isınmaya çıkan malum şahıslara, muazzam bir baskı ortamı yaratıldı. 

Maçın ilk 10 dakikasında baskılı ve istekli bir Galatasaray izledik. O baskı sonucunu vermekte gecikmedi ve Sneijder tabelayı değiştiren isim oldu. İşin savunma kısmında ise (özellikle ilk yarıda) Sneijder ve Burak Yılmaz, Fenerbahçe'nin beklerini takip ederek savunmaya muazzam katkı verdiler. Her pozisyonda Caner ve Gökhan Gönül'ü ilk karşılayan isim oldular. Fenerbahçe'nin artık herkesçe ezberlenen 30-40 metrelik uzun ve ters topları, savunmada Hakan Balta ve Semih Kaya tarafından bertaraf edildi. Ersun Yanal'ın forvette Webo'yu tercih etmemesi, Fenerbahçe'nin aleyhine oldu. Özellikle kafa toplarında Emenike'nin etkisiz kaldığı bir maçta, Webo değişikliği çok daha önce olmalıydı. Ersun Yanal'ın sezon başından beri takımına ezberlettiği "iki beke ters top gönder, kenarlardan orta açsınlar; ileriye şişir ve orada prese başla !" mantalitesi, kompakt oynayan bir rakibe karşı sökmedi. "İlk yarıda ki derbiyi 2-0 nasıl kazandı?" diyenler olabilir. İlk 20 dakikayı tekrar izlerseniz (Chedjou'nun penaltısına kadar) , kendi evinde oynayan Fenerbahçe'nin pozisyon bulamayışına da iyi baksınlar ! Orta sahada top yapmak gibi bir derdi olmayan Fenerbahçe'nin, ileriye göndereceği uzun topların haricinde başka bir oyun planı olmaması da çok ilginç! Sadece kanat varyasyonlarıyla bir şeyler üretebilen bir takımın kilitlenmesi çok kolaydı. Öyle de oldu. Kenarlardan gelen Caner ve Gökhan Gönül'ü iyi durduran Galatasaray, haddinden fazla sert geçen derbiyi kazanmasını bildi. 

Burada Semih Kaya ve Hakan Balta'yı tebrik etmek gerekiyor. Maç boyu havadan gelen bütün topları indirip, doğru kullandılar. Özellikle Emenike'ye karşı bariz üstünlük kurdular. İkinci yarıda risk alıp, kaptırdıkları topları da es geçmemek lazım. Daha basit oynayıp daha az risk almaları gerekiyor. Gökhan Gönül'e karşı Alex Telles'in sürati ve doğru pozisyon alması da önemliydi. Hücumda etkili bindirmeleriyle, Galatasaray'ın devre arasında ne kadar doğru bir transfer yaptığını tekrar kanıtladı. Bu arada 90 dakika boyunca iyi ve formda bir Drogba'nın, takım için ne kadar önemli bir futbolcu olduğunu da hepimiz gördük. Rakip stoperlerle tek başına verdiği mücadele ve topu rakip sahada tutması, Galatasaray'ın ikinci yarıda nefes almasını sağladı. Bekir'e attığı jeneriklik çalımları da not etmek lazım... Maçın tek golünün sahibi Sneijder, büyük maçların oyuncusu olduğunu yine gösterdi. Hollandalı, hücumda takımın en üretken ismiydi. Gerek isabetli pasları, gerekse sol kanattan yapılan set hücumlarını iyi yönlendirdi. 

Gol sonrası Sneijder'in sevinci


Gelelim gecenin iki ana başlığına. 

Birincisi çok tartışılan Felipe Melo olayı. Bugüne kadar Lugano'yu, Emre Belözoğlu'nu, Volkan Demirel'i bağrına basan Fenerbahçe camiası, mağlubiyeti geçiştirmenin yolunu Melo'nun dilinde aramaya başlamış. Kaybettikleri her derbi sonrası ya hakem suçlanır, ya Galatasaray'dan bir futbolcu... Artık bu muhabbetlere alıştığımız için gülüp geçiyoruz sadece. Her maç rakibe veya hakeme küfür eden, ırkçılık konusunda dünya markası olmuş Emre Belözoğlu suçsuz ilan edilirken; çift girdiği rakibi Felipe Melo suçlu oldu ! (Bu arada Emre'nin ikinci sarısı, direkt kırmızı olmalıydı. Tekrar izlerseniz daha net görürsünüz.Öyle bir müdahale sarıyla geçiştirilemez.) Ayrıca Emre'nin yaptığı çirkefliklerin cezasını, Melo'nun "get the fuck out" işaretinde bulabilirsiniz. 2 sezon önce Volkan'ın poposuyla tuttuğu topun cezasını kesen Felipe Melo, şimdide "süt oğlan" Emre'nin cezasını kesmiştir. Yürüyedur aslanım, çakallara yedirmeyiz seni !

Get the Fuck Out !


Gelelim kanayan yaramız Selçuk İnan'a... Öncelikle olaylar nasıl gelişti, açıklık getirelim. Galatasaray bir pozisyonda hızlı çıkmak isterken, top Selçuk İnan'a geldi. O sırada Drogba ve Burak Yılmaz sprint atmış ve savunmanın arkasına sarkıyordu. Selçuk İnan bu ikiliye pas atmayınca, tribünde öyle abartılacak bir yuhalama olmasa da, homurdanmalar başladı. Selçuk İnan duygusal bir yapıya sahip. Geçtiğimiz günlerde GS TV'ye verdiği bir röportajda, Galatasaray taraftarına (yuhalandığı için) kırgın olduğunu ifade etmişti. Önceden gelen bu kırgınlık, iyi oynadığı bir maçta gördüğü haksız tepkinin etkisiyle birleşti. Roberto Mancini'nin saha içerisine girerek verdiği "sahada kal !" mesajı da sonun başlangıcı oldu. Sakatlığını bahane ederek oyundan çıkmak istemesi ve formayı çıkartması da kendisine yakışmadı. Çıkarttığı formanın değerini, taşıdığı kaptanlık pazubandını daha önceden kimlerin taşıdığını da unutmaması gerekiyor.Yaşanan süreçte Selçuk İnan'dan daha dik bir duruş beklerdim. Ancak kendisine gösterilen tepkiler altında ezildiğini ve bu baskıyı kaldıramadığını görüyorum. Selçuk İnan'ın formasını çıkartıp Tugay'a vermesi ve kaptanlık pazubandını atması sebebiyle Galatasaray taraftarına bir özür borcu vardır. 

Birde ısrarla futbolcu yuhalamayı marifet zanneden taraftar boyutu vardır ki asıl problem burada yatmaktadır. 2 sene boyunca yaşanılan bütün başarılarda katkısı olan bir futbolcu, bu kadar kolay gözden çıkartılamaz ! Bu kadar kolay yem edilemez ! Belli bir yerden sonra Galatasaray'da futbolcu tutamaz hale geliriz. Arda  Turan'ın gidişinde sevgilisine edilen küfürleri de hatırlıyoruz. Bu tip şeyler sadece Galatasaray'a zarar vermekten öteye geçmiyor. Bu yüzden her futbolcuyu yuhalayan taraftarın da Galatasaray'a bir özür borcu vardır.

Gate 417'de açılan "Roma bir günde inşa edilmedi" pankartı.

30 Mart 2014 Pazar

Konyaspor - Galatasaray Maç Yazısı | Fikri Hür, Vicdanı Hür Galatasaray Taraftarıyım

Rüzgarın fazlasıyla etkili olduğu Torku Konyaspor maçında, ilk devre pas yapmakta dahi zorlanan bir Galatasaray ile karışılaştık. Torku Konya'nın ön alanda yaptığı baskı, Galatasaray'ı ileriye uzun oynamaya mecbur bırakırken; Felipe Melo'nun eksikliği ilk yarı boyunca fazlasıyla hissedildi. Ceyhun Gülselam'ın yavaşlığı eleştirilirken, benim için asıl mesele yaptığı pas hataları. İleriye çıkarken kaptırdığı toplar, Galatasaray kalesine pozisyon olarak dönüyor. Oyunu ileride oynayabilmek için rakip sahada pas yapabilmenin elzem oluşu tek yönlü futbolcularla pek mümkün görünmüyor. Ceyhun'dan çok büyük beklentilerim yok fakat yanında ki arkadaşına da pası aktarabilmesi, bu seviyelere gelmiş bir futbolcuda bulunması gereken en önemli özellik olmalı. Galatasaray'ın ilk yarıda ki en büyük sorunlarından bir tanesi iki bekini oyuna dahil edemeyişiydi. İlk yarı boyunca oynanan 4-4-2 (diamond/baklava) formasyonunda sağ ve sol kanatlarda oynayan futbolcuların olmayışı, Alex Telles'i ve Ebuoe'yi etkin bir şekilde kullanmamızı engelledi. Alex Telles adam eksilterek çizgiye inmekten ziyade, önünde oynayan oyuncuyla yaptığı verkaçlarla çizgiye inebilen bir bek. Bu sebepten sol açıkta Sneijder'in veya bir başka futbolcunun oynaması Alex Telles'in verimliliği için çok önemli. İkinci yarıda tekrar 4-3-3'e dönen Galatasaray'da Alex Telles ve Ebuoe oyuna daha fazla katkı sağlamaya başladı. Rüzgarı da arkasına alan futbolcular, topu ikinci bölgeye daha rahat taşıdı. İlk yarıda Sneijder'in poziyonunun haricinde net bir fırsat yakalanamazken; ikinci yarıda bir çok fırsat harcandı. Yine "ahlar/vahlar" eşliğinde yitip giden 2 puan ve tekrardan yükselen istifa sesleriyle İstanbul'a döndük. 



Roberto Mancini için zor dönemlere girmiş bulunuyoruz.Özellikle yaratılan baskı ortamıyla iplerin gerildiği bir gerçek. Konya maçının ilk yarısında denediği 4-4-2 çare olmazken, ikinci yarıda tekrar 4-3-3'e döndü. Sistemde ki değişikliğin zamanlanması iyi olsa da oyuncu değişiklikleri tam bir fiyaskoydu. İkinci yarıya Ceyhun'un yerine Hajrovic ile başlamasını beklerken, bu değişiklik 80. dakikada ancak yapıldı. Sahada yokları oynayan Burak Yılmaz'ın yerine, tabelada Umut Bulut'u görmemiz de şaşırtıcı oldu. 90. dakikada oyun durmadığı için yapılamayan Ontivero hamlesi, tartışılan bir başka konu. İngiltere'de uzatma dakikalarına süre kazandırmak için zaman zaman denenebilen bir olay. Ancak unutulmaması gereken bir nokta var ki burası Türkiye ! Hakemlerimizin uzatma süresini, ezbere gösterdikleri 3 dakika olarak görmelerinden dolayı pek faydalı sonuçlar doğuracağı söylenemez. Aslında bu konu Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya da benziyor. O yüzden uzatmalarda yapılmaması gerekenleri bir zahmet Tugay Kerimoğlu'nun, Roberto Mancini'ye iletmesi gerekmekte. Berk İsmail Ünsal'a güvenip oyuna sürmesi ise gecenin en güzel hareketiydi. Kaçırdığı golde ofsayta düşmemesi, yaptığı dribbling ve vuruş tekniğiyle yeteneğini belli etti. Bence onun için en hayırlısı golü kaçırması oldu. Çünkü beklentilerin yükselmesi Berk İsmail'e şuanda yapılabilecek en büyük hata olurdu. Yavaş yavaş takımda yer bulmaya ve kadroya girmeye başlaması, Berk İsmail adına en olumlu senaryo olur.

Taraftarlar olarak bu sezon futbolculardan, yönetimden ve Roberto Mancini'den de fazla yıprandık. 
2013'ün Eylül ayından bu yana yaşanılan badireler, taraftarlar için fazlasıyla yorucu oldu. Artık bir an evvel "sezon bitsin" kıvamına geldik. Ayrıca Galatasaray'ı kaosa sürüklemek için pusuda bekleyenlerden de gına geldi.

Bir anda türeyen istifa çığırtkanları kalan 7 haftada nasıl bir yol izleyip, takımı düzlüğe çıkartacaklar ? İstedikleri gibi Mancini'nin 20 milyon Euro'yu bulan tazminatını ödeyip gönderdik. Eeeeeee ? Haydi iyimser olalım Lucescu'yu getirdik. Gelir mi sizce ? Geldi diyelim... Ligin bitmesine 7 hafta var ve Lucescu, Shaktar'ı bırakıp bize geldi ! Bütün maçları kazanarak 7'de 7 yaptık. Şampiyon olabilecek misin ? Türkiye Kupası'nı kazanabilecek misin ? 20 milyon Euro'yu tekrar kasaya koyabilecek misin ? Haydi Ünal Aysal'ı da yolladın. Olağanüstü genel kurulun toplanması zaten Mayıs ayını bulacaktır. Sezon bitti ! Ne anladım ben bu işten ? Akıl noksanlığında son noktadayız ! Sabret güzel kardeşim,sabret ! Sezon hele bir bitsin, faturayı kesme kısmı kolay... 7 hafta kala neyin acelesi bu ? Pek akıl karı bir iş olmadığı kesin ama birilerinin de bu olayda parmağının olduğu bariz ! Israrla ateşe kömür atıp, bu ateşi harlayıp yaşananlardan çıkar sağlamaya çalışan bir güruh var. Lafa geldiğinde Galatasaray'ın yılmaz bekçileri olduğunu söyleyenler olmasın sakın ! Ta kendisi kardeşim ta kendisi... Aynen o güruhun baş rolünü oynadığı ve bu filme bizi de ortak ettiği bir film bu ! İçerisinde siyaset de var çıkar ilişkileri de... Camia içerisinde ki muhalif kanattan, siyasi erke kadar bir çok kesimin bu olayda parmağı var. Galatasaray'ı 3 sezon öncesine döndürme gayeleri bundandır.

Tribünde 400 kişinin yaktığı ateşi, medya maymunlarının da katkısıyla, yangın halinde her hafta izler olduk. Sen, ben, hepimiz lamba gibi izliyoruz ! Oradan bakıldığında nasıl görünüyor bilemem ama; buradan fazlasıyla can sıkıcı. 6 Nisan'da Fenerbahçe ile oynuyoruz. "Arena'da istenmeyen olaylar" başlığıyla çıkacak gazete manşetleri şimdiden hazırdır. O yüzden 2007'de oynadığımız "sulu" derbiyi unutma ve provokasyona gelme !  Mahmut Uslu ve çetesinin hafta ortası yapacağı açıklamalara zerre takılma ! Her sene aynı şeyler... Takıma bu hafta sahip çık ve şikecilere gereken cevabı sahada ver ! Galatasaray'ı çıkarları uğruna kullanan güruha aldırış etme ve Tevfik Fikret'i unutma !



22 Mart 2014 Cumartesi

Galatasaray - Kayserispor Maç Yazısı | Aysal - Mancini ve Terim

Kayserispor'a 1-0 yenilerek lige attığımız havlu, sadece yitip giden bir şampiyonluktan daha fazlasıydı aslında... Yitip giden umutlar, uzun zamandır pamuk ipliğine bağlı olan yönetim-futbolcu-taraftar üçgeninin de kopmasına neden oldu. Dün gece Arena'da yaşananlar uzun zaman hafızlardan silinmeyecek türdendi.

Filmi başa saralım. Ünal Aysal-Fatih Terim olaylarında denge siyaseti izleyen ultrAslan, Terim sonrası ilk maç olan Ç.Rizespor maçında Terim'e dair tek bir pankart dahi hazırlamamıştı. Tribünde yapılan onlarca koreografi de emeği olan ultrAslan, Terim'in gönderilişini tribünde böylelikle izole etmişti. Yine seremoni esnasında başlayan "İmparator Fatih Terim" tezahüratları Pegasus'tan değil, stadın muhtelif yerlerinden başlayarak Arena'ya yayılmıştı. Yaşananlar bir şekilde üstü kapatılarak geçiştirilmeye çalışılmış; ancak hadise sineye çekilebilecek kadar basit değildi.

Bu kısma kadar Galatasaray taraftarının büyük kısmı Fatih Terim'in yanında olmuş, Ünal Aysal'a karşı cephe almıştır. Ancak filmin kopma noktası Yıldırım Demirören ve Fatih Terim'in imza töreninde gizlidir. Fatih Terim'in, geçen sezon oynanan Mersin İdman Yurdu maçı sonrası "Fatih Terim'e itibarsızlaştırma operasyonu yapılıyor" diyerek yüklendiği TFF Başkanı Demirören ile çektirdiği fotoğraflar, taraftarın bir kısmını Terim cephesinden Aysal safına yöneltmiştir. Böylelikle taraftarlar arasında Aysalspor - Terimspor olarak isimlendirilen iki grup ortaya çıkmıştır.



Bu süreçte Roberto Mancini, Galatasaray ile sözleşme imzalamış ve göreve başlamıştır. Aysal - Terim gerginliğinde en masum ismin Roberto Mancini olmasına rağmen; taraftarın geldiği günden beri kendisine sergilediği " üvey evlat " muamelesi hiçbir zaman dinmemiştir. Düşünün, Galatasaray'ın Juventus'u elediği maçta dahi kendisi tribüne çağrılmamış ve İtalyan hoca taraftarlarca benimsenmemiştir. Taraftarın bu tutumunda "Fatih Terim'e ihanet ederim" hissiyatı, Mancini'nin cool tarzı, "Aykut Kocaman vari" gol sevinçleri, futbolcuları ile kurduğu resmi ilişkiler ve Süper Lig'de defansif veya güvenli oyun mantalitesi taraftarla arasında ki yıldızların barışmasına mani olmuştur.

Futbolcuların ise bu sezon gösterdiği istikrarsız form grafiği, sezonun son 8 haftasına girilirken hala devam etmektedir. Geçtiğimiz iki yılın yıldız ismi Selçuk İnan, bu sezon istenilen seviyelere bir türlü ulaşamazken; Burak Yılmaz, Drogba gibi isimler Selçuk İnan ile beraber eleştirilerden nasibini alanlar arasındadır...

Filmin genel özeti bu şekilde. Daha özele inersek;

Her ne sebeple olursa olsun Ünal Aysal iki yıl boyunca Galatasaray'a çok büyük hizmet etmiş, kulübün marka değerini tekrardan eski günlerine geri döndürmüştür. Bunun için yapılan transferlerde gerek Fatih Terim'e gerekse Roberto Mancini'ye sağladığı olanaklarla, kendilerine başarının yolunu açmıştır. Kulübün finansal açıdan düzlüğe çıkıp, Uefa kriterlerine nispeten uygun bir hal almasında çok büyük çaba sarfetmiştir. Futbolun yanı sıra basketbola da büyük emekleri geçmiştir. 23 yıl sonra gelen şampiyonlukta ve Yenilmez Armada ruhunun canlanmasında pay sahibi olmuştur. Özellikle bayan voleybol takımında sağladığı vizyon değişimi ile Cev Şampiyonlar Ligi'nde mücadele etmemiz, amatör branşlarda da yaptığı olumlu işlerden bir tanesidir.

Aysal'ın en fazla suçlu bulunduğu Fatih Terim gerginliğinde, en büyük hatası durumu iyi idare edememiş ve egolarına yenik düşmesi olmuştur. Kazanılan başarılarda Fatih Terim'in sürekli bir şekilde başarının sahibi olarak lanse ettirilmesi Aysal'ı rahatsız etmiş ve iç çekişmelere düşmesine neden olmuştur. Ünal Aysal, Terim krizinde bariz bir şekilde sınıfta kalmıştır. Taraftarın bu denli sevdiği bir isimle yaşadığı laf dalaşları ("eleman") kendi hanesine yazdırdığı en büyük eksidir. Yönetim içerisinde ki "kurumsallık faaliyetleri" ise ayrı bir tartışma konusu olmuştur."Galatasaray bir his takımıdır" şiarını yok sayarak kulübün genleriyle oynamak bu tarz sonuçları doğurmaya müsaittir. Galatasaray Yönetim Kurulu'nda yola devam etmek istemediği isimlerin yerine getirdiği kişiler, Galatasaray taraftarı tarafından kabul görmemesi de yönetim-taraftar bütünleşmesini engellemiştir. Ali Dürüst, Abdürrahim Albayrak ve Adnan Öztürk gibi isimlere benzer bir kişinin yeni yönetimde olmaması "yeni bir Aziz Yıldırım mı doğuyor?" sorusunu ortaya atmıştır. Galatasaray'da tek adamlık hiçbir zaman olmamış ve benimsenmemiştir. Bu sebepten yönetim kurulunun zayıf olması, bütün okların Ünal Aysal'a doğrulmasında büyük etken olmuştur. Malum Bülent Tulun olaylarına hiç girmeye gerek yok. Ünal Aysal'ın yaklaşık 3 sezondur gösterdiği çalkantılı ancak bir o kadar da başarılı olan profili, bu sezon sekteye uğramış olarak gözükse de; istifaya davet edilecek kadar kötü bir yönetim gösterdiği kanaatinde değilim! Adnan Polat döneminde yaşadıklarımızı gözler önüne getirdiğimizde ne demek istediğim daha net bir şekilde anlaşılabilir. Bu sebeple yaratılan kaos ortamının kimseye faydası olmayacaktır.



Taraftarın bir türlü benimseyemediği Roberto Mancini olayına gelirsek, öncelikle kendisinin Türkiye'ye uygun bir hoca profili olduğunu düşünmüyorum. Bir diğer husus daha var ki kendisi alınmadan önce (yönetim daha sonra yalanlasa da) Bielsa ismi de fazlasıyla ortalıkta dolaşıyordu. Galatasaray taraftarının profiline uygun olması (farklı çalışma stratejisi ve çılgınlıkları ile meşhur bir isimdir) ve hücum futbolunu daha fazla benimseyen bir yapıda olması sebebiyle Bielsa'yı gönlümden geçiriyordum. Roberto Mancini'nin göreve gelmesi sonrası, Galatasaray'da takım savunması ön plana çıkmış, 11 kişi ile topun arkasına geçerek gol yememek en büyük hedef olmuştu. Galatasaray bu süre zarfında yerlerde gezinen fizik kondisyonunu günde çift antrenmanlarla toparlamaya çalışmış, devre arası yüklemeleriyle daha iyi bir seviyeye getirmiştir. Ancak oyun içerisinde ki sistemsel kaos bir türlü giderilememiş, takımın üretkenliği her geçen hafta düşüş göstermiştir. Bunda futbolcuların dönemsel formsuzlukları başlıca etmen olsa da; Mancini yönetiminde ki 20 haftada kadro istikrarının bir türlü sağlanamaması takımın şu anda içinde bulunduğu durumu özetliyor. Takım içerisinde Roberto Mancini'yi sevmeyen Türk oyuncu profili de olayların en can alıcı kısmı aslında. Fatih Terim'in en büyük farkı burada ortaya çıkıyor. Terim'in Türk ve yabancı oyuncularla arası her daim iyi olmuştur. Roberto Mancini'nin, yüksek egolu (!) Türk futbolcularımızla yeterli iletişimi kuramayarak takımda ki ahengin kaybolmasında pay sahibi olduğu kabul edilebilir bir gerçektir. Türk futbolcusunun profesyonel hayata fazlasıyla yabancı olmasından, takım içerisinde ki kamplaşma derinleşmiştir. Roberto Mancini'nin Kayserispor maçı sonrası yaptığı basın toplantısında "bu takımı ben yaratmadım, ben kurmadım!" minvalinde ki sözleri bir çok şeyi özetliyor aslında. Sezon başı yanlış kadro yapılanması ve bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen eksikler, yukarıda saydığımız yönetimsel zaafiyetlerle birleşince ortaya yaşanılan tablo çıkmaktadır. Roberto Mancini'ye bütün Galatasaray taraftarı tepkili olabilir. Ancak kabul etmemiz gereken başarısını da atlamamak gerekir. Bu sezon ki ölüm grubundan çıkan da İtalyan hocadır. Chelsea'ye elenmemiz çok fazla eleştirilmişti. Rakibimiz olan Chelsea'nin, dün Arsenal'i 6-0 ile bozguna uğrattığını da hatırlatalım...

Velhasıl her ne şartla olursa olsun, Roberto Mancini ile bu sezonu tamamlamak gerekir. 2010-2011 sezonundan gerekli dersleri hala çıkaramadığımızı görmek büyük acı veriyor. Israrla hoca değişikliğinin talep edilmesi, tribünde istifa seslerinin duyulması bu zamana kadar hangi kulübü başarıya götürmüştür? Roberto Mancini'ye sezon sonuna kadar gerekli şansın verilmesi elzemdir. Sezon sonu tekrardan durum değerlendirmesi yapılır ve yola daha sağlıklı bir şekilde devam edilir. Bu sayede Galatasaray en az zararla bu süreci atlatmış olur. Bu sebeple kendisini istifaya davet eden ultrAslan ile aynı görüşü paylaşmadığımı yinelemek istiyorum.

Tribünde ki Fatih Terim tezahüratları için söyleyebileceğim tek şey var...
 "Öyle şeyler yaşattın ki uğruna ölmeye değer, öyle bir imza attın ki hayallerimizi yıkmaya yeter !"




18 Mart 2014 Salı

Chelsea - Galatasaray Maç Yazısı | Başka Bahara !

Chelsea'ye 2-0 kayberek Şampiyonlar Ligi'ne veda etmemiz, sahada gösterdiğimiz ruhsuz ve kötü futbol kadar üzmedi. Facia gibi bir Galatasaray izledik. Şampiyonlar Ligi'nde son 16'ya kalan bir takım, maçın en az 10 dakikasında "futbol" oynar. Maç içerisinde dönen topları alıp rakibi baskı altında tutar yada topun ayağında kalmasını sağlar. Dün gece ki Galatasaray, 90 dakika boyunca ne rakibi baskı altına alabildi, ne de topu ayağında tutabildi. Futbol oynamayı bir kenara bırakın, daha defanstan top çıkartamayan bir yapıyla Londra'dan turla dönmek zaten mucizelere kalmıştı.



Hatırlanacağı üzere Arena'da oynanan ilk maçın birinci devresinde de çok kötü oynamıştık. İlk maçta ki asıl sorun, sabit bir ön libero olmadan maça başlamamızdı. Defans ve orta saha arasında bıraktığımız boşluklar Willian, Torres, Hazard ve Schürrle tarafından maden gibi işlenmişti. Roberto Mancini, rövanşta bu hataya düşmedi. Daha net bir 11'le maça başladı. Felipe Melo'yu ön liberoya, Yekta'yı da sağ hafa yerleştirerek sahayı daha iyi parsellemeyi düşündü. Düşünce çok güzeldi fakat günlük veya dönemsel formsuz oyuncular, maçın kaderine direk etki etti. Özellikle uzun zamandır formsuz olan Selçuk İnan ilk yarıda hiç insiyatif almadı. Eto'o, Willian, Oscar ve Hazard ile takım savunmasının en güzel örneğini sergileyen Jose Mourinho'nun öğrencileri, Galatasaray savunmasına yaptıkları baskıyla topun orta sahayı geçmesine müsaade etmedi. Galatasaray defansında oynayan futbolcuların teknik becerisi herkesin malumu iken insiyatif almak isteyen oyuncu çıkmayınca, Galatasaray "stop" düğmesine bastı. Orta sahada Yekta ve Selçuk, Lampard ve Ramires ikilisi tarafından kilitlenince; bütün yük Semih Kaya ve Felipe Melo'nun omuzlarına kaldı. Defanstan Semih ve Melo ile çıkarılan toplar orta sahaya ulaştığı zamanlarda, Sneijder'in her topu kaybetmesiyle hüsranla sonuçlandı. Yapılan basit pas hataları istenilen set hücumlarının sergilenmesine de mani oldu. Erken yenilen golün ardından, her topun ileride kaybedilmesi ve Chelsea tarafından organize akınlarla kendi kalemize dönmesi; mental olarak da oyundan düşüren bir etkendi. Kornerden yediğimiz ikinci golle beraber teslim bayrağını çekmemiz de çok sürmedi. O nasıl adam paylaşımıydı öyle ? 



İlk yarı boyunca Selçuk İnan, Sneijder ve Yekta'dan hiç katkı alınamaması, Chelsea gibi bir takıma karşı 8 kişi ile mücadele etmemize neden oldu. Drogba ileride yalnızları oynarken, Burak Yılmaz'ın sağ kanada mahkum edilmesi de "futbola ihanet" isimli filmin devamıydı. Devre arasında sistemi değiştirmenin çare olmayacağını düşünüyordum. Malum futbolcuların form durumu ortada iken hangi sistemi oynarsan oyna çare etmeyecekti. Öyle de oldu. İkinci yarı da 3-5-2'ye dönen Galatasaray, bu sefer daha fazla pozisyon vermeye başladı. Ön libero Melo'nun stoperlerin arasına girmesi, orta saha da Wilian'a daha fazla boş alan bırakmaktan başka işe yaramadı. Kısaca Mourinho'nun "kompakt futbolu", Roberto Mancini'nin emekleme dönemlerini yaşayan "kompakt futbolunu" ezdi. 2 senedir Jose Mourinho'nun takımlarına elendiğimiz için seneye "bizden uzak Allah'a yakın" olmasını diliyorum...

Avrupa'da ki başarı sürdürülebilir olduğu zaman değer kazanır. Galatasaray iki senedir Mart ayını görüyor.Özellikle bu sene Real Madrid ve Juventus'un olduğu ölüm grubundan çıkması, Galatasaray'ın Avrupa karnesi için en olumlu taraftır. Yaşanılan Juventus zaferi de unutulmazlar arasına çoktan girmiştir. Seneye daha iyi bir yapılanma ve 90 dakika oyunun içinde olan bir santraforla en kötü Mart ayına ulaşacağımızı düşünüyorum.

Dün gecenin asıl kazananı ise Galatasaray tribünü olmuştur. 90 dakika boyunca hiç susmadılar.İngiliz rejisi sürekli Galatasaray tribünlerini gösterirken, Stamford Bridge'te ki Chelsea taraftarı 60. dakikada isyan etti. Kendi sahalarında deplasmanı yaşadıkları için ufaktan hareketlenmeye çalıştılar ama cevap üçlüyle gecikmedi. Dün gece Londra'da, Galatasaray tribünü resmen destan yazmıştır. Skor istenildiği gibi olmasa da hepsinin yüreklerine sağlık. 

via: Ali Sami Yen Sokak


Bir başka konuyla sonlandıralım. Bu tarz kötü skorlar iyi gün taraftarıyla, kötü gün taraftarını ortaya çıkartıyor. Böyle günlerde 2000 sonrası Galatasaraylı olanları çok net ayırt edebiliyoruz. Galatasaray futbolcusuna "ayağı kırılsın" diyeninden tutun, bir diğerine de bütün küfürleri edenine kadar ne ararsan var ! Bu arkadaşlara Xavi ve Falcao her sene şampiyonluk yaşattığı için kızmaları da normal ! Futbolcular kötü oynadıkları için eleştirilebilir ancak kendi takımının futbolcusuna küfür etmek, sağlığıyla ilgili beddualarda bulunmak hangi kalıba girer bunu çok merak ediyorum. Bir de güzel örnekle devam edelim. Hepimiz 2010-2011 sezonunu yaşadık. Yeni stadımızın açıldığı sezonda çok kötü maçlar çıkardık. Hatırlamak istemeyeceğimiz bir sezon geçirdik. Ancak kötü gün taraftarı yine Arena'da, olması gereken yerdeydi. Şu anda şampiyonluk yolunda yara almış olsak da matematiksel olarak hiçbir şey bitmiş değil. Sonuna kadar mücadele etmeye devam... Kayseri maçında yine aynı yerdeyiz. Biz yine omuz omuzayız... O yüzden "umutlarınızla beraber" sizi de bekleriz !


17 Mart 2014 Pazartesi

Çanakkale Geçilmez Londra Geçilir !

18 Mart 1915'de İngilizlere geçit vermeyen şehitlerimiz, bugün karşı taarruza geçiyor ! Kalemizde Hamdi Bey, defansta Hasip Bey ve Cemil Bey oynuyor. Sağ bek Nazmi Bey, sol bekte Mehmet Ali Bey var. Ön liberoyu Kürt Celal'e, sol hafı Refik Ata'ya, sağ hafı da Neş'et Bey'e emanet ediyoruz. Sağ açık Abdurrahman Efendi, sol açık Asım Bey ileride Hasnun Galib Bey var. 99 yıl önce şehadet şerbetini içen aziz şehitlerimiz, bugün Şampiyonlar Ligi'nde Çeyrek Final için Londra'da. Şehitlerimizin ruhları parçalı formayla hayat bulurken; sahada ki 11 aslan gerekeni yapacak ve "18 Mart 2014 Londra Zaferi" ile Türkiye'yi sevince boğacaktır.

Hasnun Galib Bey, valiliklerde bulunmuş Galib Paşanın oğlu. Galatasaray Kulübünün en iyi futbolcularındandı, gönüllü olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde şehit oldu (1915). Kulüp binasının bulunduğu sokak onun adını taşımaktadır.



Ahmet Refik Bey, mektep numarası 119, mektebin 1911 yılı mezunlarından; Hammer mütercimi Mehmet Ata Beyin büyük oğlu, Dr. Galib Ataç ile yazar Nurullah Ataç'ın ağabeyleri, ihtiyat zabiti olarak katıldığı Çanakkale Muharebelerinde 1914'de şehit oldu.

Halid Fuat Bey, mektep numarası 134; müşir Deli Fuat Paşanın oğlu, 1911'de gönüllü olarak Balkan Harbine katıldı, sonra orduda kaldı ve Çanakkale'de şehit oldu.Paşanın harpte şehit olan dördüncü oğludur.

Vecdi Bey, mektebi son sınıfta terk ederek önce gönüllü olarak Balkan Harbine katıldı, sonra orduda kaldı, Çanakkale'de şehit oldu.

Agop Elmasyan, askeri doktor olarak katıldığı Çanakkale Muharebelerinde 1915'de bombardıman altında yaralıları tedavi ederken vatanı yolunda öldü.

Neş'et Bey, mektep numarası 434, Bandırmalı Tevfik Paşanın oğludur, mektebin son sınıfında iken gönüllü olarak önce Balkan Harbine katılmış, 1. Cihan Harbinde şehit olmuştur.


Cemil Bey, mektep numarası 64, mektebin 1913 mezunlarından, ihtiyat zabiti olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde şehit oldu.

Mehmet Ali Bey, Kadıköylü Enver Paşanın oğlu, talebe iken gönüllü olarak önce Balkan Harbine, sonra Birinci Cihan Harbine katıldı ve 1915'de şehit oldu.*

www.galatasaray.org 'dan alıntıdır.

Aziz şehitlerimizi andığımız bu özel günde, Galatasaray'dan büyük bir zafer bekliyoruz. "Hepiniz Hasnun Galib gibi oynayın, yenilmekten sakın korkmayın !"



Sol tarafta oturan Celal Bey, beyaz kazaklı Abdurrahman Bey, yanında Asım Bey ve aşağıda İdris Bey Çanakkale'de şehit düşen futbolcularımızdan. (Fotoğraflar: Ali Sami Alkış)

14 Mart 2014 Cuma

K.Karabükspor - Galatasaray Maç Yazısı | Biz Zor Günlerin Adamıyız

Evet, yine deplasmanda iki puanı bıraktık.
Evet, yine ruhsuzduk.
Evet, yine altı pastan üç tane pozisyonu harcadık.
Evet, yine Roberto Mancini'nin Ceyhun Gülselam aşkı alev aldı.
Evet, yine Arena'da oynanan futboldan eser yoktu.
Evet, yine Selçuk İnan formsuzdu.
Evet, yine Burak Yılmaz gol kaçırdı.
Evet, yine , evet , yine , evet , yine vs...

Büyük Kaptan, Fenerbahçe maçına çıkmadan önce "biz zor günlerin adamıyız,bunu her zaman bir kenara yazın !" diyordu. Bu cümle Büyük Kaptan'a çok yakışmıştı. Bu yüzden kaptanlığı da yüreği gibi büyüktü.



Bu zor günlerde gerçek taraftarlar da ortaya çıkacak. Gösterecek gücünü. Takımın arkasında dimdik duracak ! Bu sebeple tekrardan silkelenme ve kendimize gelme vakti. Önümüzde sezonun en önemli maçı var. 18 Mart'ta Chelsea ile oynuyoruz. Şampiyonlar Ligi'nde son 8'e kalabilmek için rövanş maçına çıkıyoruz. Türkiye'yi sadece yine biz temsil ediyoruz. Unutuyoruz Karabük maçını, sadece önümüze bakıyoruz !

İki senedir Selçuk İnan'ın önderliğinde Türkiye'de bütün kupaları alan Galatasaray, bu sene üç kulvarda birden mücadele ediyor. Süper Lig'de durumlar zora girmiş olabilir, kabul ! Ancak iki sene boyunca Selçuk İnan'ın sahada akıttığı teri, attığı golleri, yaptığı asistleri ne çabuk unutuyoruz ? Burak Yılmaz'ın Şampiyonlar Ligi'nde attığı gollerle Çeyrek Final'e kadar gittiğimizi ne çabuk siliyoruz hafızalardan ? Bu kadar basit değil beyler ! Vefa, İstanbul'da bir semt adı olarak kalmamalı. Gayette kötü oynama ve formsuzluk gibi kredileri olmalı.Varsın şampiyonluğa mal olsun. Son iki seneyi gözümüzün önüne getirdiğimizde, her maçta Selçuk İnan'ın veya Burak Yılmaz'ın imzası vardır. Allah aşkına, Selçuk İnan'ın Volkan Demirel'i yerine çaktığı o frikiğinde mi hatırı yok ? Ayıptır ! Burak Yılmaz'ın bu sezon gol krallığında yine zirvede olduğunu da mı görmüyoruz ? Hemde sağ kanatta oynayarak !

Uzun zamandır düşündüğüm ama bir türlü yazmaya fırsat bulamadığım bir konu daha var. Maç sonrası Twitter'dan da paylaştım aslında. Roberto Mancini'ye yapılan "üvey evlat" muamelesi ne zaman bitecek ? Bu sezon Torku Konyaspor maçında Uğur Tütüneker, Elazığspor maçında Okan Buruk ve Akhisar Belediyespor maçında Hamza Hamzaoğlu taraftarlarca tribüne çağrılarak hak ettikleri şekilde onurlandırılmıştır. Güzel de bir düşünceyle eski futbolcularımızı bağrımıza bastık. Peki buraya kadar her şey güzel. Galatasaray'ın teknik direktörü bu sahneyi gördüğünde ne düşünüyordur ? Taraftar olarak biraz empati kurduğumuzda, ne demek istediğimi daha net anlarsınız. GS Store'da satılan bir tişört var. "Biz bir aileyiz, kenetlendikçe daha da büyüyen" yazıyor üzerinde. Koskoca Galatasaray taraftarı kendi hocasını sahiplenemezken; hangi aile olgusundan bahsedilebilir ? Nasıl bir kenetlenmeden söz edilebilir ? Mayıs'a iki ay kala, hala yönetim/futbolcu/taraftar üçlemesinde bir şeyler eksik. Bu eksikliği giderebilmek için hala zamanımız var. En büyük görev Galatasaray taraftarına düşüyor. "Herkesin gelip geçici olduğu kurumsal aile düzeninde, büyüklüğü yine kalıcı olan Galatasaray taraftarı gösterecektir." Bütün futbolcularını, hocasını tribüne çağırarak bağrına basacaktır. Ailesine sahip çıkacaktır. Bu yüzden de Büyük Kaptan'ın sözünü unutmayalım "biz zor günlerin adamıyız, bunu her zaman bir kenara yazın !"


8 Mart 2014 Cumartesi

Galatasaray - Akhisar Belediyespor Maç Yazısı | Arena'nın Efendisi

Tıpkı Bursaspor maçında olduğu gibi Arena'da yine 6 gol izledik. Alınan farklı galibiyetlerde iki rakibinde pozitif futbol oynamak isteyen, bu yüzden de geniş alanlar bırakan ekipler olması etkiliydi. Galatasaray'ın farklı galibiyetinde yine muhteşem bir iştah, kazanma arzusu ve yetenekli ayaklar vardı. Akhisar maçında formsuz Drogba'nın kendine gelmesi, Bursaspor maçının kahramanı Wesley Sniejder'in, Akhisar maçında da sahne alması ve sol bek Alex Telles'in "dosta güven,düşmana korku" vermesi gibi bir çok ayrıntı mevcuttu.

Sabahtan akşama kadar yağan yağmur, maç öncesi zemin konusunda tereddüte düşürse de, Arena her şeye hazırlıklıydı. Isıtıcılara değinmeden edemiyorum. Gerçekten medeniyet böyle bir şey. Dışarıda kopan fırtına stat içerisinde yerini meltem rüzgarlarına bırakmıştı. Tekrardan emeği geçen yöneticilerimize teşekkür ediyorum.

Akhisar maçında Selçuk İnan'ın yerine Ceyhun'u ilk 11'de izledik. Geçen hafta ön liberoda maça başlayan Yekta, bu hafta Selçuk İnan'ın pozisyonunda karşımıza çıktı. Ç.Rize maçında skor 1-0'a geldikten sonra Melo ön liberoya geçmiş, Yekta ise daha önde oynamaya başlamıştı. Yekta'nın önde oynaması Galatasaray'ın maçta ki üretkenliğini arttırmıştı. Süper Lig'in devre arasında Yekta'yı Trabzonspor'a göndermek isteyen zihniyet, ne kadar büyük bir hatadan döndüklerini umarım artık anlamıştır. Özellikle Chelsea ve  Akhisar maçında defans - orta saha bağlantısında, topu net bir şekilde (eveleyip gevelemeden) ileriye taşıdı. Kasımpaşa dönemlerini hatırlarsak, Yekta Kurtuluş'un ofansif orta saha oyuncusu olduğunu anımsarız. Top tekniği iyidir, basit ve sade oynar. Oyun görüşü ise Süper Lig ortalamasının üstündedir. Selçuk İnan takıma döndükten sonra ön liberoda yine kendisini izleyeceğimizi düşünüyorum. 




























"Elalem sol bek görsün !" diyerek Alex Telles'e geçelim. "Seni anan benim için doğurmuş" diye bir şarkı vardı. Senelerdir sol bek için kendimizi parçaladık. "Al sana sol bek !" diyerek Brezilya'dan kopan gelen bir ilaç! Muhteşem bir Alex Telles izledik dün akşam. Gerek defansta gerekse ofansta takıma büyük katkı sağladı. Özellikle önünde oynayan Sneijder ile yakaladıkları uyum harika. Atılan 2.golde Alex Telles'in ceza sahasına yaptığı koşu ve Sneider'in rakibin bacak arasından attığı pas bu uyumun en bariz göstergesi. Alex Telles'in hızı, temposu, tekniği ve ortaları çok can yakıyor. "Adam sol bek beyler !" İlk yarı Sneijder - Alex Telles uyumunu kullanmak yerine çoğu sefer oyunu sağ kanattan kurmaya çalıştık. Ebuoe'nin formsuzluğu ve önünde oynayan herhangi bir oyuncunun olmaması sağ kanat etkinliğini kısıtladı. İlk yarıda Akhisar'ın Ebuoe'nin kanadından etkili gelmesinde, Burak Yılmaz'ın geriye dönmemesi büyük etkendi. Ebuoe tek başına sağ kulvarı kapatabilecek seviyede değil. Akhisar maçını bir kenara bırakırsak ilerleyen haftalarda bu konu başımızı ağrıtabilir.

Roberto Mancini, son haftalarda sol stoperde Hakan Balta'ya şans tanıyor. Bu kararda sadece yabancı kontenjanı etkili değil. Hakan Balta'nın tekniğinin diğer stoperlere nazaran daha iyi olması ve Roberto Mancini'nin sol stoperde sol ayaklı bir futbolcu oynatmak istemesi Hakan Balta tercihine zemin hazırlıyor. Süper Lig'de iç saha maçlarında bu tercih kabul edilebilir. En azından bir yabancı hakkını diğer mevkiler için kullanabilirsin. Büyük maçlarda ise Semih - Chedjou ikilisi daha sağlam bir tandem olabilir.

"Maçın yıldızı kimdi ?" sorusuna verebileceğim cevap Wesley Sneijder olur. Oyundan çıkana kadar maça hükmetti. Bu sezon duran toplardan gol atamıyoruz diye çoğu kez sızlandık. 3 maçtır "altı pasa" attığı kornerlerle gol buluyoruz. Burada topa vuran oyuncuların etkinliği kadar korneri kullanan oyuncunun da etkisi büyük. Günümüz futbolunun en önemli silahı olan duran topları Galatasaray'a tekrar kazandıran Wesley Sneijder'e teşekkürler. Maç genelinde ise Wesley Sneijder'in doğru yerlerde topla buluşması üretkenliğini arttırdı. Bu noktada defanstan veya orta sahadan direk Sneijder'i arayan oyuncuların olması önemli. Doğru noktalarda topla buluşan Sneijder için takımı yönlendirmek çok daha kolay oldu. Attığı ters toplar veya Burak Yılmaz - Drogba ikilisine attığı derin toplar, Galatasaray'ın pozisyon üretebilmesi için hayati önem taşıyor. Burak Yılmaz için ayrı bir parantez açalım. Geçtiğimiz hafta yaşadığı olayın acısını bu hafta golle buluşarak çıkarttı. Arena'da kendisine hak ettiği değeri veren taraftarlara, maç sonrası teşekkür etmeyi de ihmal etmedi.















Uzun zamandır yokları oynayan Drogba kendisini hepimize tekrardan hatırlattı. Chelsea maçı öncesinde form tutması bizim için çok önemli. Akhisar maçında 2 gol ve 2 asistle yıldızlaştı. Oyunun her alanında takıma katkı sağlayan, adam eksilten, pozisyonlar bulan, arkadaşlarına asist yapan ve takımı oynatan Drogba'ya 40 yaşında da olsa ihtiyacımız var. Roberto Mancini'nin maç sonrası Drogba hakkında yaptığı yorum ise bir hayli ilginç."Eğer bu kadar çok gol atmaya devam ederse bir hafta da izin verebilirim. Bunların hepsi bir tarafa Drogba artık 36 yaşında, genç bir oyuncu değil. Dolayısıyla Çarşamba-Pazar maratonuna göre arada izin vermemiz gerekiyor."

Son olarak deplasmanda kazanmadığımız sürece iç sahada atılan 6 golün pek önemi yok. Karabük deplasmanından 3 puanla dönerek, şampiyonluk yolunda emin adımlarla yürümeye devam etmeliyiz. Ayrıca Fırat Aydınus'un Felipe Melo'ya ettiği küfürü de TFF'ye havale ediyorum. Haftaya puan farkını "yerle yeksan" etmiş bir şekilde görüşmek üzere...

Galatasaray'ın iç saha ve deplasman tablosu (Ntvspor)

2 Mart 2014 Pazar

Ç.Rizespor-Galatasaray Maç Yazısı | Temiz Futbol İçin "Orada Dur !"

İnsan gerçekten üzülüyor...

Fenerbahçe'nin Gençlerbirliği karşısında kazandığı iki uyduruk penaltıyla maçı kazanmasına mı ? Galatasaray'ın %100'lük golleri kaçırarak 2 puanı Rize'de bırakmasına mı ? Yoksa gırtlağına kadar kaosa batmış futbol düzenine mi üzülelim bilemiyorum...

Sonra bir düşünme hali alıyor...

Belki de sabahtan İstinye'de ki TFF binasına gidip; camlara iki taş atarak adalet (!) isteğimizi dile getirseydik farklı olurdu diyorum ! Malum, bu ülkede işler böyle yürüyor! "En çok ağlayan,en çok mağdur olandır !" En mağdur takımın yöneticilerinin hafta ortası yaptıkları basın toplantısında "hükümetimizin yanındayız" demeçlerini zamanlama açısından da manidar buluyorum ! Çok değil bir kaç hafta önce, Ali İsmail Korkmaz'ın ailesini yanlarına alarak Bağdat Caddesi'nde adalet(!) aradığını söyleyen güruh, bu hafta da Gezi'de can veren çocukların kemiklerini sızlatıyor. Uslu yöneticiler farkında değiller, hak ararken haksızlığa alet oluyorlar. Kendi pisliklerini temizlemek uğruna, masum insanların duygularını ve arma sevdalarını kullanıyorlar. İşlerine gelmeyen her kararda "ben oynamıyorum yeaa !" türünde ki açıklamaları ile 7 yaşında ki çocuktan farksız oluyorlar. Sadece Galatasaray veya diğer takımların gözünde ufalmıyorlar, kendi taraftarının da gözünde küçülüyorlar.

Lanet ediyorum...

Yaşananlar üzerinden çok geçmiyor, Ç.Rizespor - Galatasaray maçının ardından yeni bir tape ortaya çıkıyor. Başbakan ile oğlu arasında geçen görüşme kayıtlarında "Fenerbahçe'yi şike sürecinde ben kurtardım !" minvalinde söylemlere şahit oluyoruz. Sezon başından beri "spora siyaset bulaşmasın" diyenler haklılar ! Siyasiler spor dünyasında, istediği gibi at koşturmakta ve olaylara yön verme konularında özgürdürler ! Taraftarlar yaşananlara "orada dur !" demek istediğinde, hata yapmakta ve kanunları çiğnemektedirler !

Yersen...

Doğal olarak "tutarlı siyasilerimizin" taraftarlardan aldığı bu tepkiler işlerine gelmiyor. Olaylar devam ederken, taraftar her pankartta veyahut her tezahüratta, spor büro ile köşe kapmaca oynamak zorunda kalıyor. Kendi rantları için tribünleri bölmekten çekinmeyenler, taraftardan gelen "orada dur !" seslerine biber gazı ile cevap veriyorlar ! Daha sonra da "spora siyaset bulaşmasın yeaa!" sözlerini kendilerine hak görüyorlar. O kadar kolay değil beyler, orada duracaksınız ! Pis ellerinizi ve futbol dünyasına saldığınız kirli maşalarınızı da yanınıza alarak, yeşil sahaları sadece taraftarlara bırakarak terk edeceksiniz !