Rüzgarın fazlasıyla etkili olduğu Torku Konyaspor maçında, ilk devre pas yapmakta dahi zorlanan bir Galatasaray ile karışılaştık. Torku Konya'nın ön alanda yaptığı baskı, Galatasaray'ı ileriye uzun oynamaya mecbur bırakırken; Felipe Melo'nun eksikliği ilk yarı boyunca fazlasıyla hissedildi. Ceyhun Gülselam'ın yavaşlığı eleştirilirken, benim için asıl mesele yaptığı pas hataları. İleriye çıkarken kaptırdığı toplar, Galatasaray kalesine pozisyon olarak dönüyor. Oyunu ileride oynayabilmek için rakip sahada pas yapabilmenin elzem oluşu tek yönlü futbolcularla pek mümkün görünmüyor. Ceyhun'dan çok büyük beklentilerim yok fakat yanında ki arkadaşına da pası aktarabilmesi, bu seviyelere gelmiş bir futbolcuda bulunması gereken en önemli özellik olmalı. Galatasaray'ın ilk yarıda ki en büyük sorunlarından bir tanesi iki bekini oyuna dahil edemeyişiydi. İlk yarı boyunca oynanan 4-4-2 (diamond/baklava) formasyonunda sağ ve sol kanatlarda oynayan futbolcuların olmayışı, Alex Telles'i ve Ebuoe'yi etkin bir şekilde kullanmamızı engelledi. Alex Telles adam eksilterek çizgiye inmekten ziyade, önünde oynayan oyuncuyla yaptığı verkaçlarla çizgiye inebilen bir bek. Bu sebepten sol açıkta Sneijder'in veya bir başka futbolcunun oynaması Alex Telles'in verimliliği için çok önemli. İkinci yarıda tekrar 4-3-3'e dönen Galatasaray'da Alex Telles ve Ebuoe oyuna daha fazla katkı sağlamaya başladı. Rüzgarı da arkasına alan futbolcular, topu ikinci bölgeye daha rahat taşıdı. İlk yarıda Sneijder'in poziyonunun haricinde net bir fırsat yakalanamazken; ikinci yarıda bir çok fırsat harcandı. Yine "ahlar/vahlar" eşliğinde yitip giden 2 puan ve tekrardan yükselen istifa sesleriyle İstanbul'a döndük.
Roberto Mancini için zor dönemlere girmiş bulunuyoruz.Özellikle yaratılan baskı ortamıyla iplerin gerildiği bir gerçek. Konya maçının ilk yarısında denediği 4-4-2 çare olmazken, ikinci yarıda tekrar 4-3-3'e döndü. Sistemde ki değişikliğin zamanlanması iyi olsa da oyuncu değişiklikleri tam bir fiyaskoydu. İkinci yarıya Ceyhun'un yerine Hajrovic ile başlamasını beklerken, bu değişiklik 80. dakikada ancak yapıldı. Sahada yokları oynayan Burak Yılmaz'ın yerine, tabelada Umut Bulut'u görmemiz de şaşırtıcı oldu. 90. dakikada oyun durmadığı için yapılamayan Ontivero hamlesi, tartışılan bir başka konu. İngiltere'de uzatma dakikalarına süre kazandırmak için zaman zaman denenebilen bir olay. Ancak unutulmaması gereken bir nokta var ki burası Türkiye ! Hakemlerimizin uzatma süresini, ezbere gösterdikleri 3 dakika olarak görmelerinden dolayı pek faydalı sonuçlar doğuracağı söylenemez. Aslında bu konu Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya da benziyor. O yüzden uzatmalarda yapılmaması gerekenleri bir zahmet Tugay Kerimoğlu'nun, Roberto Mancini'ye iletmesi gerekmekte. Berk İsmail Ünsal'a güvenip oyuna sürmesi ise gecenin en güzel hareketiydi. Kaçırdığı golde ofsayta düşmemesi, yaptığı dribbling ve vuruş tekniğiyle yeteneğini belli etti. Bence onun için en hayırlısı golü kaçırması oldu. Çünkü beklentilerin yükselmesi Berk İsmail'e şuanda yapılabilecek en büyük hata olurdu. Yavaş yavaş takımda yer bulmaya ve kadroya girmeye başlaması, Berk İsmail adına en olumlu senaryo olur.
Taraftarlar olarak bu sezon futbolculardan, yönetimden ve Roberto Mancini'den de fazla yıprandık.
2013'ün Eylül ayından bu yana yaşanılan badireler, taraftarlar için fazlasıyla yorucu oldu. Artık bir an evvel "sezon bitsin" kıvamına geldik. Ayrıca Galatasaray'ı kaosa sürüklemek için pusuda bekleyenlerden de gına geldi.
Bir anda türeyen istifa çığırtkanları kalan 7 haftada nasıl bir yol izleyip, takımı düzlüğe çıkartacaklar ? İstedikleri gibi Mancini'nin 20 milyon Euro'yu bulan tazminatını ödeyip gönderdik. Eeeeeee ? Haydi iyimser olalım Lucescu'yu getirdik. Gelir mi sizce ? Geldi diyelim... Ligin bitmesine 7 hafta var ve Lucescu, Shaktar'ı bırakıp bize geldi ! Bütün maçları kazanarak 7'de 7 yaptık. Şampiyon olabilecek misin ? Türkiye Kupası'nı kazanabilecek misin ? 20 milyon Euro'yu tekrar kasaya koyabilecek misin ? Haydi Ünal Aysal'ı da yolladın. Olağanüstü genel kurulun toplanması zaten Mayıs ayını bulacaktır. Sezon bitti ! Ne anladım ben bu işten ? Akıl noksanlığında son noktadayız ! Sabret güzel kardeşim,sabret ! Sezon hele bir bitsin, faturayı kesme kısmı kolay... 7 hafta kala neyin acelesi bu ? Pek akıl karı bir iş olmadığı kesin ama birilerinin de bu olayda parmağının olduğu bariz ! Israrla ateşe kömür atıp, bu ateşi harlayıp yaşananlardan çıkar sağlamaya çalışan bir güruh var. Lafa geldiğinde Galatasaray'ın yılmaz bekçileri olduğunu söyleyenler olmasın sakın ! Ta kendisi kardeşim ta kendisi... Aynen o güruhun baş rolünü oynadığı ve bu filme bizi de ortak ettiği bir film bu ! İçerisinde siyaset de var çıkar ilişkileri de... Camia içerisinde ki muhalif kanattan, siyasi erke kadar bir çok kesimin bu olayda parmağı var. Galatasaray'ı 3 sezon öncesine döndürme gayeleri bundandır.
Tribünde 400 kişinin yaktığı ateşi, medya maymunlarının da katkısıyla, yangın halinde her hafta izler olduk. Sen, ben, hepimiz lamba gibi izliyoruz ! Oradan bakıldığında nasıl görünüyor bilemem ama; buradan fazlasıyla can sıkıcı. 6 Nisan'da Fenerbahçe ile oynuyoruz. "Arena'da istenmeyen olaylar" başlığıyla çıkacak gazete manşetleri şimdiden hazırdır. O yüzden 2007'de oynadığımız "sulu" derbiyi unutma ve provokasyona gelme ! Mahmut Uslu ve çetesinin hafta ortası yapacağı açıklamalara zerre takılma ! Her sene aynı şeyler... Takıma bu hafta sahip çık ve şikecilere gereken cevabı sahada ver ! Galatasaray'ı çıkarları uğruna kullanan güruha aldırış etme ve Tevfik Fikret'i unutma !
30 Mart 2014 Pazar
22 Mart 2014 Cumartesi
Galatasaray - Kayserispor Maç Yazısı | Aysal - Mancini ve Terim
Kayserispor'a 1-0 yenilerek lige attığımız havlu, sadece yitip giden bir şampiyonluktan daha fazlasıydı aslında... Yitip giden umutlar, uzun zamandır pamuk ipliğine bağlı olan yönetim-futbolcu-taraftar üçgeninin de kopmasına neden oldu. Dün gece Arena'da yaşananlar uzun zaman hafızlardan silinmeyecek türdendi.
Filmi başa saralım. Ünal Aysal-Fatih Terim olaylarında denge siyaseti izleyen ultrAslan, Terim sonrası ilk maç olan Ç.Rizespor maçında Terim'e dair tek bir pankart dahi hazırlamamıştı. Tribünde yapılan onlarca koreografi de emeği olan ultrAslan, Terim'in gönderilişini tribünde böylelikle izole etmişti. Yine seremoni esnasında başlayan "İmparator Fatih Terim" tezahüratları Pegasus'tan değil, stadın muhtelif yerlerinden başlayarak Arena'ya yayılmıştı. Yaşananlar bir şekilde üstü kapatılarak geçiştirilmeye çalışılmış; ancak hadise sineye çekilebilecek kadar basit değildi.
Bu kısma kadar Galatasaray taraftarının büyük kısmı Fatih Terim'in yanında olmuş, Ünal Aysal'a karşı cephe almıştır. Ancak filmin kopma noktası Yıldırım Demirören ve Fatih Terim'in imza töreninde gizlidir. Fatih Terim'in, geçen sezon oynanan Mersin İdman Yurdu maçı sonrası "Fatih Terim'e itibarsızlaştırma operasyonu yapılıyor" diyerek yüklendiği TFF Başkanı Demirören ile çektirdiği fotoğraflar, taraftarın bir kısmını Terim cephesinden Aysal safına yöneltmiştir. Böylelikle taraftarlar arasında Aysalspor - Terimspor olarak isimlendirilen iki grup ortaya çıkmıştır.
Bu süreçte Roberto Mancini, Galatasaray ile sözleşme imzalamış ve göreve başlamıştır. Aysal - Terim gerginliğinde en masum ismin Roberto Mancini olmasına rağmen; taraftarın geldiği günden beri kendisine sergilediği " üvey evlat " muamelesi hiçbir zaman dinmemiştir. Düşünün, Galatasaray'ın Juventus'u elediği maçta dahi kendisi tribüne çağrılmamış ve İtalyan hoca taraftarlarca benimsenmemiştir. Taraftarın bu tutumunda "Fatih Terim'e ihanet ederim" hissiyatı, Mancini'nin cool tarzı, "Aykut Kocaman vari" gol sevinçleri, futbolcuları ile kurduğu resmi ilişkiler ve Süper Lig'de defansif veya güvenli oyun mantalitesi taraftarla arasında ki yıldızların barışmasına mani olmuştur.
Futbolcuların ise bu sezon gösterdiği istikrarsız form grafiği, sezonun son 8 haftasına girilirken hala devam etmektedir. Geçtiğimiz iki yılın yıldız ismi Selçuk İnan, bu sezon istenilen seviyelere bir türlü ulaşamazken; Burak Yılmaz, Drogba gibi isimler Selçuk İnan ile beraber eleştirilerden nasibini alanlar arasındadır...
Filmin genel özeti bu şekilde. Daha özele inersek;
Her ne sebeple olursa olsun Ünal Aysal iki yıl boyunca Galatasaray'a çok büyük hizmet etmiş, kulübün marka değerini tekrardan eski günlerine geri döndürmüştür. Bunun için yapılan transferlerde gerek Fatih Terim'e gerekse Roberto Mancini'ye sağladığı olanaklarla, kendilerine başarının yolunu açmıştır. Kulübün finansal açıdan düzlüğe çıkıp, Uefa kriterlerine nispeten uygun bir hal almasında çok büyük çaba sarfetmiştir. Futbolun yanı sıra basketbola da büyük emekleri geçmiştir. 23 yıl sonra gelen şampiyonlukta ve Yenilmez Armada ruhunun canlanmasında pay sahibi olmuştur. Özellikle bayan voleybol takımında sağladığı vizyon değişimi ile Cev Şampiyonlar Ligi'nde mücadele etmemiz, amatör branşlarda da yaptığı olumlu işlerden bir tanesidir.
Aysal'ın en fazla suçlu bulunduğu Fatih Terim gerginliğinde, en büyük hatası durumu iyi idare edememiş ve egolarına yenik düşmesi olmuştur. Kazanılan başarılarda Fatih Terim'in sürekli bir şekilde başarının sahibi olarak lanse ettirilmesi Aysal'ı rahatsız etmiş ve iç çekişmelere düşmesine neden olmuştur. Ünal Aysal, Terim krizinde bariz bir şekilde sınıfta kalmıştır. Taraftarın bu denli sevdiği bir isimle yaşadığı laf dalaşları ("eleman") kendi hanesine yazdırdığı en büyük eksidir. Yönetim içerisinde ki "kurumsallık faaliyetleri" ise ayrı bir tartışma konusu olmuştur."Galatasaray bir his takımıdır" şiarını yok sayarak kulübün genleriyle oynamak bu tarz sonuçları doğurmaya müsaittir. Galatasaray Yönetim Kurulu'nda yola devam etmek istemediği isimlerin yerine getirdiği kişiler, Galatasaray taraftarı tarafından kabul görmemesi de yönetim-taraftar bütünleşmesini engellemiştir. Ali Dürüst, Abdürrahim Albayrak ve Adnan Öztürk gibi isimlere benzer bir kişinin yeni yönetimde olmaması "yeni bir Aziz Yıldırım mı doğuyor?" sorusunu ortaya atmıştır. Galatasaray'da tek adamlık hiçbir zaman olmamış ve benimsenmemiştir. Bu sebepten yönetim kurulunun zayıf olması, bütün okların Ünal Aysal'a doğrulmasında büyük etken olmuştur. Malum Bülent Tulun olaylarına hiç girmeye gerek yok. Ünal Aysal'ın yaklaşık 3 sezondur gösterdiği çalkantılı ancak bir o kadar da başarılı olan profili, bu sezon sekteye uğramış olarak gözükse de; istifaya davet edilecek kadar kötü bir yönetim gösterdiği kanaatinde değilim! Adnan Polat döneminde yaşadıklarımızı gözler önüne getirdiğimizde ne demek istediğim daha net bir şekilde anlaşılabilir. Bu sebeple yaratılan kaos ortamının kimseye faydası olmayacaktır.
Taraftarın bir türlü benimseyemediği Roberto Mancini olayına gelirsek, öncelikle kendisinin Türkiye'ye uygun bir hoca profili olduğunu düşünmüyorum. Bir diğer husus daha var ki kendisi alınmadan önce (yönetim daha sonra yalanlasa da) Bielsa ismi de fazlasıyla ortalıkta dolaşıyordu. Galatasaray taraftarının profiline uygun olması (farklı çalışma stratejisi ve çılgınlıkları ile meşhur bir isimdir) ve hücum futbolunu daha fazla benimseyen bir yapıda olması sebebiyle Bielsa'yı gönlümden geçiriyordum. Roberto Mancini'nin göreve gelmesi sonrası, Galatasaray'da takım savunması ön plana çıkmış, 11 kişi ile topun arkasına geçerek gol yememek en büyük hedef olmuştu. Galatasaray bu süre zarfında yerlerde gezinen fizik kondisyonunu günde çift antrenmanlarla toparlamaya çalışmış, devre arası yüklemeleriyle daha iyi bir seviyeye getirmiştir. Ancak oyun içerisinde ki sistemsel kaos bir türlü giderilememiş, takımın üretkenliği her geçen hafta düşüş göstermiştir. Bunda futbolcuların dönemsel formsuzlukları başlıca etmen olsa da; Mancini yönetiminde ki 20 haftada kadro istikrarının bir türlü sağlanamaması takımın şu anda içinde bulunduğu durumu özetliyor. Takım içerisinde Roberto Mancini'yi sevmeyen Türk oyuncu profili de olayların en can alıcı kısmı aslında. Fatih Terim'in en büyük farkı burada ortaya çıkıyor. Terim'in Türk ve yabancı oyuncularla arası her daim iyi olmuştur. Roberto Mancini'nin, yüksek egolu (!) Türk futbolcularımızla yeterli iletişimi kuramayarak takımda ki ahengin kaybolmasında pay sahibi olduğu kabul edilebilir bir gerçektir. Türk futbolcusunun profesyonel hayata fazlasıyla yabancı olmasından, takım içerisinde ki kamplaşma derinleşmiştir. Roberto Mancini'nin Kayserispor maçı sonrası yaptığı basın toplantısında "bu takımı ben yaratmadım, ben kurmadım!" minvalinde ki sözleri bir çok şeyi özetliyor aslında. Sezon başı yanlış kadro yapılanması ve bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen eksikler, yukarıda saydığımız yönetimsel zaafiyetlerle birleşince ortaya yaşanılan tablo çıkmaktadır. Roberto Mancini'ye bütün Galatasaray taraftarı tepkili olabilir. Ancak kabul etmemiz gereken başarısını da atlamamak gerekir. Bu sezon ki ölüm grubundan çıkan da İtalyan hocadır. Chelsea'ye elenmemiz çok fazla eleştirilmişti. Rakibimiz olan Chelsea'nin, dün Arsenal'i 6-0 ile bozguna uğrattığını da hatırlatalım...
Velhasıl her ne şartla olursa olsun, Roberto Mancini ile bu sezonu tamamlamak gerekir. 2010-2011 sezonundan gerekli dersleri hala çıkaramadığımızı görmek büyük acı veriyor. Israrla hoca değişikliğinin talep edilmesi, tribünde istifa seslerinin duyulması bu zamana kadar hangi kulübü başarıya götürmüştür? Roberto Mancini'ye sezon sonuna kadar gerekli şansın verilmesi elzemdir. Sezon sonu tekrardan durum değerlendirmesi yapılır ve yola daha sağlıklı bir şekilde devam edilir. Bu sayede Galatasaray en az zararla bu süreci atlatmış olur. Bu sebeple kendisini istifaya davet eden ultrAslan ile aynı görüşü paylaşmadığımı yinelemek istiyorum.
Tribünde ki Fatih Terim tezahüratları için söyleyebileceğim tek şey var...
"Öyle şeyler yaşattın ki uğruna ölmeye değer, öyle bir imza attın ki hayallerimizi yıkmaya yeter !"
Filmi başa saralım. Ünal Aysal-Fatih Terim olaylarında denge siyaseti izleyen ultrAslan, Terim sonrası ilk maç olan Ç.Rizespor maçında Terim'e dair tek bir pankart dahi hazırlamamıştı. Tribünde yapılan onlarca koreografi de emeği olan ultrAslan, Terim'in gönderilişini tribünde böylelikle izole etmişti. Yine seremoni esnasında başlayan "İmparator Fatih Terim" tezahüratları Pegasus'tan değil, stadın muhtelif yerlerinden başlayarak Arena'ya yayılmıştı. Yaşananlar bir şekilde üstü kapatılarak geçiştirilmeye çalışılmış; ancak hadise sineye çekilebilecek kadar basit değildi.
Bu kısma kadar Galatasaray taraftarının büyük kısmı Fatih Terim'in yanında olmuş, Ünal Aysal'a karşı cephe almıştır. Ancak filmin kopma noktası Yıldırım Demirören ve Fatih Terim'in imza töreninde gizlidir. Fatih Terim'in, geçen sezon oynanan Mersin İdman Yurdu maçı sonrası "Fatih Terim'e itibarsızlaştırma operasyonu yapılıyor" diyerek yüklendiği TFF Başkanı Demirören ile çektirdiği fotoğraflar, taraftarın bir kısmını Terim cephesinden Aysal safına yöneltmiştir. Böylelikle taraftarlar arasında Aysalspor - Terimspor olarak isimlendirilen iki grup ortaya çıkmıştır.
Bu süreçte Roberto Mancini, Galatasaray ile sözleşme imzalamış ve göreve başlamıştır. Aysal - Terim gerginliğinde en masum ismin Roberto Mancini olmasına rağmen; taraftarın geldiği günden beri kendisine sergilediği " üvey evlat " muamelesi hiçbir zaman dinmemiştir. Düşünün, Galatasaray'ın Juventus'u elediği maçta dahi kendisi tribüne çağrılmamış ve İtalyan hoca taraftarlarca benimsenmemiştir. Taraftarın bu tutumunda "Fatih Terim'e ihanet ederim" hissiyatı, Mancini'nin cool tarzı, "Aykut Kocaman vari" gol sevinçleri, futbolcuları ile kurduğu resmi ilişkiler ve Süper Lig'de defansif veya güvenli oyun mantalitesi taraftarla arasında ki yıldızların barışmasına mani olmuştur.
Futbolcuların ise bu sezon gösterdiği istikrarsız form grafiği, sezonun son 8 haftasına girilirken hala devam etmektedir. Geçtiğimiz iki yılın yıldız ismi Selçuk İnan, bu sezon istenilen seviyelere bir türlü ulaşamazken; Burak Yılmaz, Drogba gibi isimler Selçuk İnan ile beraber eleştirilerden nasibini alanlar arasındadır...
Filmin genel özeti bu şekilde. Daha özele inersek;
Her ne sebeple olursa olsun Ünal Aysal iki yıl boyunca Galatasaray'a çok büyük hizmet etmiş, kulübün marka değerini tekrardan eski günlerine geri döndürmüştür. Bunun için yapılan transferlerde gerek Fatih Terim'e gerekse Roberto Mancini'ye sağladığı olanaklarla, kendilerine başarının yolunu açmıştır. Kulübün finansal açıdan düzlüğe çıkıp, Uefa kriterlerine nispeten uygun bir hal almasında çok büyük çaba sarfetmiştir. Futbolun yanı sıra basketbola da büyük emekleri geçmiştir. 23 yıl sonra gelen şampiyonlukta ve Yenilmez Armada ruhunun canlanmasında pay sahibi olmuştur. Özellikle bayan voleybol takımında sağladığı vizyon değişimi ile Cev Şampiyonlar Ligi'nde mücadele etmemiz, amatör branşlarda da yaptığı olumlu işlerden bir tanesidir.
Aysal'ın en fazla suçlu bulunduğu Fatih Terim gerginliğinde, en büyük hatası durumu iyi idare edememiş ve egolarına yenik düşmesi olmuştur. Kazanılan başarılarda Fatih Terim'in sürekli bir şekilde başarının sahibi olarak lanse ettirilmesi Aysal'ı rahatsız etmiş ve iç çekişmelere düşmesine neden olmuştur. Ünal Aysal, Terim krizinde bariz bir şekilde sınıfta kalmıştır. Taraftarın bu denli sevdiği bir isimle yaşadığı laf dalaşları ("eleman") kendi hanesine yazdırdığı en büyük eksidir. Yönetim içerisinde ki "kurumsallık faaliyetleri" ise ayrı bir tartışma konusu olmuştur."Galatasaray bir his takımıdır" şiarını yok sayarak kulübün genleriyle oynamak bu tarz sonuçları doğurmaya müsaittir. Galatasaray Yönetim Kurulu'nda yola devam etmek istemediği isimlerin yerine getirdiği kişiler, Galatasaray taraftarı tarafından kabul görmemesi de yönetim-taraftar bütünleşmesini engellemiştir. Ali Dürüst, Abdürrahim Albayrak ve Adnan Öztürk gibi isimlere benzer bir kişinin yeni yönetimde olmaması "yeni bir Aziz Yıldırım mı doğuyor?" sorusunu ortaya atmıştır. Galatasaray'da tek adamlık hiçbir zaman olmamış ve benimsenmemiştir. Bu sebepten yönetim kurulunun zayıf olması, bütün okların Ünal Aysal'a doğrulmasında büyük etken olmuştur. Malum Bülent Tulun olaylarına hiç girmeye gerek yok. Ünal Aysal'ın yaklaşık 3 sezondur gösterdiği çalkantılı ancak bir o kadar da başarılı olan profili, bu sezon sekteye uğramış olarak gözükse de; istifaya davet edilecek kadar kötü bir yönetim gösterdiği kanaatinde değilim! Adnan Polat döneminde yaşadıklarımızı gözler önüne getirdiğimizde ne demek istediğim daha net bir şekilde anlaşılabilir. Bu sebeple yaratılan kaos ortamının kimseye faydası olmayacaktır.
Taraftarın bir türlü benimseyemediği Roberto Mancini olayına gelirsek, öncelikle kendisinin Türkiye'ye uygun bir hoca profili olduğunu düşünmüyorum. Bir diğer husus daha var ki kendisi alınmadan önce (yönetim daha sonra yalanlasa da) Bielsa ismi de fazlasıyla ortalıkta dolaşıyordu. Galatasaray taraftarının profiline uygun olması (farklı çalışma stratejisi ve çılgınlıkları ile meşhur bir isimdir) ve hücum futbolunu daha fazla benimseyen bir yapıda olması sebebiyle Bielsa'yı gönlümden geçiriyordum. Roberto Mancini'nin göreve gelmesi sonrası, Galatasaray'da takım savunması ön plana çıkmış, 11 kişi ile topun arkasına geçerek gol yememek en büyük hedef olmuştu. Galatasaray bu süre zarfında yerlerde gezinen fizik kondisyonunu günde çift antrenmanlarla toparlamaya çalışmış, devre arası yüklemeleriyle daha iyi bir seviyeye getirmiştir. Ancak oyun içerisinde ki sistemsel kaos bir türlü giderilememiş, takımın üretkenliği her geçen hafta düşüş göstermiştir. Bunda futbolcuların dönemsel formsuzlukları başlıca etmen olsa da; Mancini yönetiminde ki 20 haftada kadro istikrarının bir türlü sağlanamaması takımın şu anda içinde bulunduğu durumu özetliyor. Takım içerisinde Roberto Mancini'yi sevmeyen Türk oyuncu profili de olayların en can alıcı kısmı aslında. Fatih Terim'in en büyük farkı burada ortaya çıkıyor. Terim'in Türk ve yabancı oyuncularla arası her daim iyi olmuştur. Roberto Mancini'nin, yüksek egolu (!) Türk futbolcularımızla yeterli iletişimi kuramayarak takımda ki ahengin kaybolmasında pay sahibi olduğu kabul edilebilir bir gerçektir. Türk futbolcusunun profesyonel hayata fazlasıyla yabancı olmasından, takım içerisinde ki kamplaşma derinleşmiştir. Roberto Mancini'nin Kayserispor maçı sonrası yaptığı basın toplantısında "bu takımı ben yaratmadım, ben kurmadım!" minvalinde ki sözleri bir çok şeyi özetliyor aslında. Sezon başı yanlış kadro yapılanması ve bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen eksikler, yukarıda saydığımız yönetimsel zaafiyetlerle birleşince ortaya yaşanılan tablo çıkmaktadır. Roberto Mancini'ye bütün Galatasaray taraftarı tepkili olabilir. Ancak kabul etmemiz gereken başarısını da atlamamak gerekir. Bu sezon ki ölüm grubundan çıkan da İtalyan hocadır. Chelsea'ye elenmemiz çok fazla eleştirilmişti. Rakibimiz olan Chelsea'nin, dün Arsenal'i 6-0 ile bozguna uğrattığını da hatırlatalım...
Velhasıl her ne şartla olursa olsun, Roberto Mancini ile bu sezonu tamamlamak gerekir. 2010-2011 sezonundan gerekli dersleri hala çıkaramadığımızı görmek büyük acı veriyor. Israrla hoca değişikliğinin talep edilmesi, tribünde istifa seslerinin duyulması bu zamana kadar hangi kulübü başarıya götürmüştür? Roberto Mancini'ye sezon sonuna kadar gerekli şansın verilmesi elzemdir. Sezon sonu tekrardan durum değerlendirmesi yapılır ve yola daha sağlıklı bir şekilde devam edilir. Bu sayede Galatasaray en az zararla bu süreci atlatmış olur. Bu sebeple kendisini istifaya davet eden ultrAslan ile aynı görüşü paylaşmadığımı yinelemek istiyorum.
Tribünde ki Fatih Terim tezahüratları için söyleyebileceğim tek şey var...
"Öyle şeyler yaşattın ki uğruna ölmeye değer, öyle bir imza attın ki hayallerimizi yıkmaya yeter !"
18 Mart 2014 Salı
Chelsea - Galatasaray Maç Yazısı | Başka Bahara !
Chelsea'ye 2-0 kayberek Şampiyonlar Ligi'ne veda etmemiz, sahada gösterdiğimiz ruhsuz ve kötü futbol kadar üzmedi. Facia gibi bir Galatasaray izledik. Şampiyonlar Ligi'nde son 16'ya kalan bir takım, maçın en az 10 dakikasında "futbol" oynar. Maç içerisinde dönen topları alıp rakibi baskı altında tutar yada topun ayağında kalmasını sağlar. Dün gece ki Galatasaray, 90 dakika boyunca ne rakibi baskı altına alabildi, ne de topu ayağında tutabildi. Futbol oynamayı bir kenara bırakın, daha defanstan top çıkartamayan bir yapıyla Londra'dan turla dönmek zaten mucizelere kalmıştı.
Hatırlanacağı üzere Arena'da oynanan ilk maçın birinci devresinde de çok kötü oynamıştık. İlk maçta ki asıl sorun, sabit bir ön libero olmadan maça başlamamızdı. Defans ve orta saha arasında bıraktığımız boşluklar Willian, Torres, Hazard ve Schürrle tarafından maden gibi işlenmişti. Roberto Mancini, rövanşta bu hataya düşmedi. Daha net bir 11'le maça başladı. Felipe Melo'yu ön liberoya, Yekta'yı da sağ hafa yerleştirerek sahayı daha iyi parsellemeyi düşündü. Düşünce çok güzeldi fakat günlük veya dönemsel formsuz oyuncular, maçın kaderine direk etki etti. Özellikle uzun zamandır formsuz olan Selçuk İnan ilk yarıda hiç insiyatif almadı. Eto'o, Willian, Oscar ve Hazard ile takım savunmasının en güzel örneğini sergileyen Jose Mourinho'nun öğrencileri, Galatasaray savunmasına yaptıkları baskıyla topun orta sahayı geçmesine müsaade etmedi. Galatasaray defansında oynayan futbolcuların teknik becerisi herkesin malumu iken insiyatif almak isteyen oyuncu çıkmayınca, Galatasaray "stop" düğmesine bastı. Orta sahada Yekta ve Selçuk, Lampard ve Ramires ikilisi tarafından kilitlenince; bütün yük Semih Kaya ve Felipe Melo'nun omuzlarına kaldı. Defanstan Semih ve Melo ile çıkarılan toplar orta sahaya ulaştığı zamanlarda, Sneijder'in her topu kaybetmesiyle hüsranla sonuçlandı. Yapılan basit pas hataları istenilen set hücumlarının sergilenmesine de mani oldu. Erken yenilen golün ardından, her topun ileride kaybedilmesi ve Chelsea tarafından organize akınlarla kendi kalemize dönmesi; mental olarak da oyundan düşüren bir etkendi. Kornerden yediğimiz ikinci golle beraber teslim bayrağını çekmemiz de çok sürmedi. O nasıl adam paylaşımıydı öyle ?
İlk yarı boyunca Selçuk İnan, Sneijder ve Yekta'dan hiç katkı alınamaması, Chelsea gibi bir takıma karşı 8 kişi ile mücadele etmemize neden oldu. Drogba ileride yalnızları oynarken, Burak Yılmaz'ın sağ kanada mahkum edilmesi de "futbola ihanet" isimli filmin devamıydı. Devre arasında sistemi değiştirmenin çare olmayacağını düşünüyordum. Malum futbolcuların form durumu ortada iken hangi sistemi oynarsan oyna çare etmeyecekti. Öyle de oldu. İkinci yarı da 3-5-2'ye dönen Galatasaray, bu sefer daha fazla pozisyon vermeye başladı. Ön libero Melo'nun stoperlerin arasına girmesi, orta saha da Wilian'a daha fazla boş alan bırakmaktan başka işe yaramadı. Kısaca Mourinho'nun "kompakt futbolu", Roberto Mancini'nin emekleme dönemlerini yaşayan "kompakt futbolunu" ezdi. 2 senedir Jose Mourinho'nun takımlarına elendiğimiz için seneye "bizden uzak Allah'a yakın" olmasını diliyorum...
Avrupa'da ki başarı sürdürülebilir olduğu zaman değer kazanır. Galatasaray iki senedir Mart ayını görüyor.Özellikle bu sene Real Madrid ve Juventus'un olduğu ölüm grubundan çıkması, Galatasaray'ın Avrupa karnesi için en olumlu taraftır. Yaşanılan Juventus zaferi de unutulmazlar arasına çoktan girmiştir. Seneye daha iyi bir yapılanma ve 90 dakika oyunun içinde olan bir santraforla en kötü Mart ayına ulaşacağımızı düşünüyorum.
Avrupa'da ki başarı sürdürülebilir olduğu zaman değer kazanır. Galatasaray iki senedir Mart ayını görüyor.Özellikle bu sene Real Madrid ve Juventus'un olduğu ölüm grubundan çıkması, Galatasaray'ın Avrupa karnesi için en olumlu taraftır. Yaşanılan Juventus zaferi de unutulmazlar arasına çoktan girmiştir. Seneye daha iyi bir yapılanma ve 90 dakika oyunun içinde olan bir santraforla en kötü Mart ayına ulaşacağımızı düşünüyorum.
Dün gecenin asıl kazananı ise Galatasaray tribünü olmuştur. 90 dakika boyunca hiç susmadılar.İngiliz rejisi sürekli Galatasaray tribünlerini gösterirken, Stamford Bridge'te ki Chelsea taraftarı 60. dakikada isyan etti. Kendi sahalarında deplasmanı yaşadıkları için ufaktan hareketlenmeye çalıştılar ama cevap üçlüyle gecikmedi. Dün gece Londra'da, Galatasaray tribünü resmen destan yazmıştır. Skor istenildiği gibi olmasa da hepsinin yüreklerine sağlık.
Bir başka konuyla sonlandıralım. Bu tarz kötü skorlar iyi gün taraftarıyla, kötü gün taraftarını ortaya çıkartıyor. Böyle günlerde 2000 sonrası Galatasaraylı olanları çok net ayırt edebiliyoruz. Galatasaray futbolcusuna "ayağı kırılsın" diyeninden tutun, bir diğerine de bütün küfürleri edenine kadar ne ararsan var ! Bu arkadaşlara Xavi ve Falcao her sene şampiyonluk yaşattığı için kızmaları da normal ! Futbolcular kötü oynadıkları için eleştirilebilir ancak kendi takımının futbolcusuna küfür etmek, sağlığıyla ilgili beddualarda bulunmak hangi kalıba girer bunu çok merak ediyorum. Bir de güzel örnekle devam edelim. Hepimiz 2010-2011 sezonunu yaşadık. Yeni stadımızın açıldığı sezonda çok kötü maçlar çıkardık. Hatırlamak istemeyeceğimiz bir sezon geçirdik. Ancak kötü gün taraftarı yine Arena'da, olması gereken yerdeydi. Şu anda şampiyonluk yolunda yara almış olsak da matematiksel olarak hiçbir şey bitmiş değil. Sonuna kadar mücadele etmeye devam... Kayseri maçında yine aynı yerdeyiz. Biz yine omuz omuzayız... O yüzden "umutlarınızla beraber" sizi de bekleriz !
17 Mart 2014 Pazartesi
Çanakkale Geçilmez Londra Geçilir !
18 Mart 1915'de İngilizlere geçit vermeyen şehitlerimiz, bugün karşı taarruza geçiyor ! Kalemizde Hamdi Bey, defansta Hasip Bey ve Cemil Bey oynuyor. Sağ bek Nazmi Bey, sol bekte Mehmet Ali Bey var. Ön liberoyu Kürt Celal'e, sol hafı Refik Ata'ya, sağ hafı da Neş'et Bey'e emanet ediyoruz. Sağ açık Abdurrahman Efendi, sol açık Asım Bey ileride Hasnun Galib Bey var. 99 yıl önce şehadet şerbetini içen aziz şehitlerimiz, bugün Şampiyonlar Ligi'nde Çeyrek Final için Londra'da. Şehitlerimizin ruhları parçalı formayla hayat bulurken; sahada ki 11 aslan gerekeni yapacak ve "18 Mart 2014 Londra Zaferi" ile Türkiye'yi sevince boğacaktır.
Hasnun Galib Bey, valiliklerde bulunmuş Galib Paşanın oğlu. Galatasaray Kulübünün en iyi futbolcularındandı, gönüllü olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde şehit oldu (1915). Kulüp binasının bulunduğu sokak onun adını taşımaktadır.
Ahmet Refik Bey, mektep numarası 119, mektebin 1911 yılı mezunlarından; Hammer mütercimi Mehmet Ata Beyin büyük oğlu, Dr. Galib Ataç ile yazar Nurullah Ataç'ın ağabeyleri, ihtiyat zabiti olarak katıldığı Çanakkale Muharebelerinde 1914'de şehit oldu.
Halid Fuat Bey, mektep numarası 134; müşir Deli Fuat Paşanın oğlu, 1911'de gönüllü olarak Balkan Harbine katıldı, sonra orduda kaldı ve Çanakkale'de şehit oldu.Paşanın harpte şehit olan dördüncü oğludur.
Vecdi Bey, mektebi son sınıfta terk ederek önce gönüllü olarak Balkan Harbine katıldı, sonra orduda kaldı, Çanakkale'de şehit oldu.
Agop Elmasyan, askeri doktor olarak katıldığı Çanakkale Muharebelerinde 1915'de bombardıman altında yaralıları tedavi ederken vatanı yolunda öldü.
Neş'et Bey, mektep numarası 434, Bandırmalı Tevfik Paşanın oğludur, mektebin son sınıfında iken gönüllü olarak önce Balkan Harbine katılmış, 1. Cihan Harbinde şehit olmuştur.
Cemil Bey, mektep numarası 64, mektebin 1913 mezunlarından, ihtiyat zabiti olarak katıldığı Birinci Cihan Harbinde şehit oldu.
Mehmet Ali Bey, Kadıköylü Enver Paşanın oğlu, talebe iken gönüllü olarak önce Balkan Harbine, sonra Birinci Cihan Harbine katıldı ve 1915'de şehit oldu.*
Mehmet Ali Bey, Kadıköylü Enver Paşanın oğlu, talebe iken gönüllü olarak önce Balkan Harbine, sonra Birinci Cihan Harbine katıldı ve 1915'de şehit oldu.*
* www.galatasaray.org 'dan alıntıdır.
Aziz şehitlerimizi andığımız bu özel günde, Galatasaray'dan büyük bir zafer bekliyoruz. "Hepiniz Hasnun Galib gibi oynayın, yenilmekten sakın korkmayın !"
Sol tarafta oturan Celal Bey, beyaz kazaklı Abdurrahman Bey, yanında Asım Bey ve aşağıda İdris Bey Çanakkale'de şehit düşen futbolcularımızdan. (Fotoğraflar: Ali Sami Alkış) |
14 Mart 2014 Cuma
K.Karabükspor - Galatasaray Maç Yazısı | Biz Zor Günlerin Adamıyız
Evet, yine deplasmanda iki puanı bıraktık.
Evet, yine ruhsuzduk.
Evet, yine altı pastan üç tane pozisyonu harcadık.
Evet, yine Roberto Mancini'nin Ceyhun Gülselam aşkı alev aldı.
Evet, yine Arena'da oynanan futboldan eser yoktu.
Evet, yine Selçuk İnan formsuzdu.
Evet, yine Burak Yılmaz gol kaçırdı.
Evet, yine , evet , yine , evet , yine vs...
Büyük Kaptan, Fenerbahçe maçına çıkmadan önce "biz zor günlerin adamıyız,bunu her zaman bir kenara yazın !" diyordu. Bu cümle Büyük Kaptan'a çok yakışmıştı. Bu yüzden kaptanlığı da yüreği gibi büyüktü.
Bu zor günlerde gerçek taraftarlar da ortaya çıkacak. Gösterecek gücünü. Takımın arkasında dimdik duracak ! Bu sebeple tekrardan silkelenme ve kendimize gelme vakti. Önümüzde sezonun en önemli maçı var. 18 Mart'ta Chelsea ile oynuyoruz. Şampiyonlar Ligi'nde son 8'e kalabilmek için rövanş maçına çıkıyoruz. Türkiye'yi sadece yine biz temsil ediyoruz. Unutuyoruz Karabük maçını, sadece önümüze bakıyoruz !
İki senedir Selçuk İnan'ın önderliğinde Türkiye'de bütün kupaları alan Galatasaray, bu sene üç kulvarda birden mücadele ediyor. Süper Lig'de durumlar zora girmiş olabilir, kabul ! Ancak iki sene boyunca Selçuk İnan'ın sahada akıttığı teri, attığı golleri, yaptığı asistleri ne çabuk unutuyoruz ? Burak Yılmaz'ın Şampiyonlar Ligi'nde attığı gollerle Çeyrek Final'e kadar gittiğimizi ne çabuk siliyoruz hafızalardan ? Bu kadar basit değil beyler ! Vefa, İstanbul'da bir semt adı olarak kalmamalı. Gayette kötü oynama ve formsuzluk gibi kredileri olmalı.Varsın şampiyonluğa mal olsun. Son iki seneyi gözümüzün önüne getirdiğimizde, her maçta Selçuk İnan'ın veya Burak Yılmaz'ın imzası vardır. Allah aşkına, Selçuk İnan'ın Volkan Demirel'i yerine çaktığı o frikiğinde mi hatırı yok ? Ayıptır ! Burak Yılmaz'ın bu sezon gol krallığında yine zirvede olduğunu da mı görmüyoruz ? Hemde sağ kanatta oynayarak !
Uzun zamandır düşündüğüm ama bir türlü yazmaya fırsat bulamadığım bir konu daha var. Maç sonrası Twitter'dan da paylaştım aslında. Roberto Mancini'ye yapılan "üvey evlat" muamelesi ne zaman bitecek ? Bu sezon Torku Konyaspor maçında Uğur Tütüneker, Elazığspor maçında Okan Buruk ve Akhisar Belediyespor maçında Hamza Hamzaoğlu taraftarlarca tribüne çağrılarak hak ettikleri şekilde onurlandırılmıştır. Güzel de bir düşünceyle eski futbolcularımızı bağrımıza bastık. Peki buraya kadar her şey güzel. Galatasaray'ın teknik direktörü bu sahneyi gördüğünde ne düşünüyordur ? Taraftar olarak biraz empati kurduğumuzda, ne demek istediğimi daha net anlarsınız. GS Store'da satılan bir tişört var. "Biz bir aileyiz, kenetlendikçe daha da büyüyen" yazıyor üzerinde. Koskoca Galatasaray taraftarı kendi hocasını sahiplenemezken; hangi aile olgusundan bahsedilebilir ? Nasıl bir kenetlenmeden söz edilebilir ? Mayıs'a iki ay kala, hala yönetim/futbolcu/taraftar üçlemesinde bir şeyler eksik. Bu eksikliği giderebilmek için hala zamanımız var. En büyük görev Galatasaray taraftarına düşüyor. "Herkesin gelip geçici olduğu kurumsal aile düzeninde, büyüklüğü yine kalıcı olan Galatasaray taraftarı gösterecektir." Bütün futbolcularını, hocasını tribüne çağırarak bağrına basacaktır. Ailesine sahip çıkacaktır. Bu yüzden de Büyük Kaptan'ın sözünü unutmayalım "biz zor günlerin adamıyız, bunu her zaman bir kenara yazın !"
Evet, yine ruhsuzduk.
Evet, yine altı pastan üç tane pozisyonu harcadık.
Evet, yine Roberto Mancini'nin Ceyhun Gülselam aşkı alev aldı.
Evet, yine Arena'da oynanan futboldan eser yoktu.
Evet, yine Selçuk İnan formsuzdu.
Evet, yine Burak Yılmaz gol kaçırdı.
Evet, yine , evet , yine , evet , yine vs...
Büyük Kaptan, Fenerbahçe maçına çıkmadan önce "biz zor günlerin adamıyız,bunu her zaman bir kenara yazın !" diyordu. Bu cümle Büyük Kaptan'a çok yakışmıştı. Bu yüzden kaptanlığı da yüreği gibi büyüktü.
Bu zor günlerde gerçek taraftarlar da ortaya çıkacak. Gösterecek gücünü. Takımın arkasında dimdik duracak ! Bu sebeple tekrardan silkelenme ve kendimize gelme vakti. Önümüzde sezonun en önemli maçı var. 18 Mart'ta Chelsea ile oynuyoruz. Şampiyonlar Ligi'nde son 8'e kalabilmek için rövanş maçına çıkıyoruz. Türkiye'yi sadece yine biz temsil ediyoruz. Unutuyoruz Karabük maçını, sadece önümüze bakıyoruz !
İki senedir Selçuk İnan'ın önderliğinde Türkiye'de bütün kupaları alan Galatasaray, bu sene üç kulvarda birden mücadele ediyor. Süper Lig'de durumlar zora girmiş olabilir, kabul ! Ancak iki sene boyunca Selçuk İnan'ın sahada akıttığı teri, attığı golleri, yaptığı asistleri ne çabuk unutuyoruz ? Burak Yılmaz'ın Şampiyonlar Ligi'nde attığı gollerle Çeyrek Final'e kadar gittiğimizi ne çabuk siliyoruz hafızalardan ? Bu kadar basit değil beyler ! Vefa, İstanbul'da bir semt adı olarak kalmamalı. Gayette kötü oynama ve formsuzluk gibi kredileri olmalı.Varsın şampiyonluğa mal olsun. Son iki seneyi gözümüzün önüne getirdiğimizde, her maçta Selçuk İnan'ın veya Burak Yılmaz'ın imzası vardır. Allah aşkına, Selçuk İnan'ın Volkan Demirel'i yerine çaktığı o frikiğinde mi hatırı yok ? Ayıptır ! Burak Yılmaz'ın bu sezon gol krallığında yine zirvede olduğunu da mı görmüyoruz ? Hemde sağ kanatta oynayarak !
Uzun zamandır düşündüğüm ama bir türlü yazmaya fırsat bulamadığım bir konu daha var. Maç sonrası Twitter'dan da paylaştım aslında. Roberto Mancini'ye yapılan "üvey evlat" muamelesi ne zaman bitecek ? Bu sezon Torku Konyaspor maçında Uğur Tütüneker, Elazığspor maçında Okan Buruk ve Akhisar Belediyespor maçında Hamza Hamzaoğlu taraftarlarca tribüne çağrılarak hak ettikleri şekilde onurlandırılmıştır. Güzel de bir düşünceyle eski futbolcularımızı bağrımıza bastık. Peki buraya kadar her şey güzel. Galatasaray'ın teknik direktörü bu sahneyi gördüğünde ne düşünüyordur ? Taraftar olarak biraz empati kurduğumuzda, ne demek istediğimi daha net anlarsınız. GS Store'da satılan bir tişört var. "Biz bir aileyiz, kenetlendikçe daha da büyüyen" yazıyor üzerinde. Koskoca Galatasaray taraftarı kendi hocasını sahiplenemezken; hangi aile olgusundan bahsedilebilir ? Nasıl bir kenetlenmeden söz edilebilir ? Mayıs'a iki ay kala, hala yönetim/futbolcu/taraftar üçlemesinde bir şeyler eksik. Bu eksikliği giderebilmek için hala zamanımız var. En büyük görev Galatasaray taraftarına düşüyor. "Herkesin gelip geçici olduğu kurumsal aile düzeninde, büyüklüğü yine kalıcı olan Galatasaray taraftarı gösterecektir." Bütün futbolcularını, hocasını tribüne çağırarak bağrına basacaktır. Ailesine sahip çıkacaktır. Bu yüzden de Büyük Kaptan'ın sözünü unutmayalım "biz zor günlerin adamıyız, bunu her zaman bir kenara yazın !"
8 Mart 2014 Cumartesi
Galatasaray - Akhisar Belediyespor Maç Yazısı | Arena'nın Efendisi
Tıpkı Bursaspor maçında olduğu gibi Arena'da yine 6 gol izledik. Alınan farklı galibiyetlerde iki rakibinde pozitif futbol oynamak isteyen, bu yüzden de geniş alanlar bırakan ekipler olması etkiliydi. Galatasaray'ın farklı galibiyetinde yine muhteşem bir iştah, kazanma arzusu ve yetenekli ayaklar vardı. Akhisar maçında formsuz Drogba'nın kendine gelmesi, Bursaspor maçının kahramanı Wesley Sniejder'in, Akhisar maçında da sahne alması ve sol bek Alex Telles'in "dosta güven,düşmana korku" vermesi gibi bir çok ayrıntı mevcuttu.
Sabahtan akşama kadar yağan yağmur, maç öncesi zemin konusunda tereddüte düşürse de, Arena her şeye hazırlıklıydı. Isıtıcılara değinmeden edemiyorum. Gerçekten medeniyet böyle bir şey. Dışarıda kopan fırtına stat içerisinde yerini meltem rüzgarlarına bırakmıştı. Tekrardan emeği geçen yöneticilerimize teşekkür ediyorum.
Akhisar maçında Selçuk İnan'ın yerine Ceyhun'u ilk 11'de izledik. Geçen hafta ön liberoda maça başlayan Yekta, bu hafta Selçuk İnan'ın pozisyonunda karşımıza çıktı. Ç.Rize maçında skor 1-0'a geldikten sonra Melo ön liberoya geçmiş, Yekta ise daha önde oynamaya başlamıştı. Yekta'nın önde oynaması Galatasaray'ın maçta ki üretkenliğini arttırmıştı. Süper Lig'in devre arasında Yekta'yı Trabzonspor'a göndermek isteyen zihniyet, ne kadar büyük bir hatadan döndüklerini umarım artık anlamıştır. Özellikle Chelsea ve Akhisar maçında defans - orta saha bağlantısında, topu net bir şekilde (eveleyip gevelemeden) ileriye taşıdı. Kasımpaşa dönemlerini hatırlarsak, Yekta Kurtuluş'un ofansif orta saha oyuncusu olduğunu anımsarız. Top tekniği iyidir, basit ve sade oynar. Oyun görüşü ise Süper Lig ortalamasının üstündedir. Selçuk İnan takıma döndükten sonra ön liberoda yine kendisini izleyeceğimizi düşünüyorum.
"Elalem sol bek görsün !" diyerek Alex Telles'e geçelim. "Seni anan benim için doğurmuş" diye bir şarkı vardı. Senelerdir sol bek için kendimizi parçaladık. "Al sana sol bek !" diyerek Brezilya'dan kopan gelen bir ilaç! Muhteşem bir Alex Telles izledik dün akşam. Gerek defansta gerekse ofansta takıma büyük katkı sağladı. Özellikle önünde oynayan Sneijder ile yakaladıkları uyum harika. Atılan 2.golde Alex Telles'in ceza sahasına yaptığı koşu ve Sneider'in rakibin bacak arasından attığı pas bu uyumun en bariz göstergesi. Alex Telles'in hızı, temposu, tekniği ve ortaları çok can yakıyor. "Adam sol bek beyler !" İlk yarı Sneijder - Alex Telles uyumunu kullanmak yerine çoğu sefer oyunu sağ kanattan kurmaya çalıştık. Ebuoe'nin formsuzluğu ve önünde oynayan herhangi bir oyuncunun olmaması sağ kanat etkinliğini kısıtladı. İlk yarıda Akhisar'ın Ebuoe'nin kanadından etkili gelmesinde, Burak Yılmaz'ın geriye dönmemesi büyük etkendi. Ebuoe tek başına sağ kulvarı kapatabilecek seviyede değil. Akhisar maçını bir kenara bırakırsak ilerleyen haftalarda bu konu başımızı ağrıtabilir.
Roberto Mancini, son haftalarda sol stoperde Hakan Balta'ya şans tanıyor. Bu kararda sadece yabancı kontenjanı etkili değil. Hakan Balta'nın tekniğinin diğer stoperlere nazaran daha iyi olması ve Roberto Mancini'nin sol stoperde sol ayaklı bir futbolcu oynatmak istemesi Hakan Balta tercihine zemin hazırlıyor. Süper Lig'de iç saha maçlarında bu tercih kabul edilebilir. En azından bir yabancı hakkını diğer mevkiler için kullanabilirsin. Büyük maçlarda ise Semih - Chedjou ikilisi daha sağlam bir tandem olabilir.
"Maçın yıldızı kimdi ?" sorusuna verebileceğim cevap Wesley Sneijder olur. Oyundan çıkana kadar maça hükmetti. Bu sezon duran toplardan gol atamıyoruz diye çoğu kez sızlandık. 3 maçtır "altı pasa" attığı kornerlerle gol buluyoruz. Burada topa vuran oyuncuların etkinliği kadar korneri kullanan oyuncunun da etkisi büyük. Günümüz futbolunun en önemli silahı olan duran topları Galatasaray'a tekrar kazandıran Wesley Sneijder'e teşekkürler. Maç genelinde ise Wesley Sneijder'in doğru yerlerde topla buluşması üretkenliğini arttırdı. Bu noktada defanstan veya orta sahadan direk Sneijder'i arayan oyuncuların olması önemli. Doğru noktalarda topla buluşan Sneijder için takımı yönlendirmek çok daha kolay oldu. Attığı ters toplar veya Burak Yılmaz - Drogba ikilisine attığı derin toplar, Galatasaray'ın pozisyon üretebilmesi için hayati önem taşıyor. Burak Yılmaz için ayrı bir parantez açalım. Geçtiğimiz hafta yaşadığı olayın acısını bu hafta golle buluşarak çıkarttı. Arena'da kendisine hak ettiği değeri veren taraftarlara, maç sonrası teşekkür etmeyi de ihmal etmedi.
Uzun zamandır yokları oynayan Drogba kendisini hepimize tekrardan hatırlattı. Chelsea maçı öncesinde form tutması bizim için çok önemli. Akhisar maçında 2 gol ve 2 asistle yıldızlaştı. Oyunun her alanında takıma katkı sağlayan, adam eksilten, pozisyonlar bulan, arkadaşlarına asist yapan ve takımı oynatan Drogba'ya 40 yaşında da olsa ihtiyacımız var. Roberto Mancini'nin maç sonrası Drogba hakkında yaptığı yorum ise bir hayli ilginç."Eğer bu kadar çok gol atmaya devam ederse bir hafta da izin verebilirim. Bunların hepsi bir tarafa Drogba artık 36 yaşında, genç bir oyuncu değil. Dolayısıyla Çarşamba-Pazar maratonuna göre arada izin vermemiz gerekiyor."
Son olarak deplasmanda kazanmadığımız sürece iç sahada atılan 6 golün pek önemi yok. Karabük deplasmanından 3 puanla dönerek, şampiyonluk yolunda emin adımlarla yürümeye devam etmeliyiz. Ayrıca Fırat Aydınus'un Felipe Melo'ya ettiği küfürü de TFF'ye havale ediyorum. Haftaya puan farkını "yerle yeksan" etmiş bir şekilde görüşmek üzere...
Galatasaray'ın iç saha ve deplasman tablosu (Ntvspor) |
2 Mart 2014 Pazar
Ç.Rizespor-Galatasaray Maç Yazısı | Temiz Futbol İçin "Orada Dur !"
İnsan gerçekten üzülüyor...
Fenerbahçe'nin Gençlerbirliği karşısında kazandığı iki uyduruk penaltıyla maçı kazanmasına mı ? Galatasaray'ın %100'lük golleri kaçırarak 2 puanı Rize'de bırakmasına mı ? Yoksa gırtlağına kadar kaosa batmış futbol düzenine mi üzülelim bilemiyorum...
Sonra bir düşünme hali alıyor...
Belki de sabahtan İstinye'de ki TFF binasına gidip; camlara iki taş atarak adalet (!) isteğimizi dile getirseydik farklı olurdu diyorum ! Malum, bu ülkede işler böyle yürüyor! "En çok ağlayan,en çok mağdur olandır !" En mağdur takımın yöneticilerinin hafta ortası yaptıkları basın toplantısında "hükümetimizin yanındayız" demeçlerini zamanlama açısından da manidar buluyorum ! Çok değil bir kaç hafta önce, Ali İsmail Korkmaz'ın ailesini yanlarına alarak Bağdat Caddesi'nde adalet(!) aradığını söyleyen güruh, bu hafta da Gezi'de can veren çocukların kemiklerini sızlatıyor. Uslu yöneticiler farkında değiller, hak ararken haksızlığa alet oluyorlar. Kendi pisliklerini temizlemek uğruna, masum insanların duygularını ve arma sevdalarını kullanıyorlar. İşlerine gelmeyen her kararda "ben oynamıyorum yeaa !" türünde ki açıklamaları ile 7 yaşında ki çocuktan farksız oluyorlar. Sadece Galatasaray veya diğer takımların gözünde ufalmıyorlar, kendi taraftarının da gözünde küçülüyorlar.
Lanet ediyorum...
Yaşananlar üzerinden çok geçmiyor, Ç.Rizespor - Galatasaray maçının ardından yeni bir tape ortaya çıkıyor. Başbakan ile oğlu arasında geçen görüşme kayıtlarında "Fenerbahçe'yi şike sürecinde ben kurtardım !" minvalinde söylemlere şahit oluyoruz. Sezon başından beri "spora siyaset bulaşmasın" diyenler haklılar ! Siyasiler spor dünyasında, istediği gibi at koşturmakta ve olaylara yön verme konularında özgürdürler ! Taraftarlar yaşananlara "orada dur !" demek istediğinde, hata yapmakta ve kanunları çiğnemektedirler !
Yersen...
Doğal olarak "tutarlı siyasilerimizin" taraftarlardan aldığı bu tepkiler işlerine gelmiyor. Olaylar devam ederken, taraftar her pankartta veyahut her tezahüratta, spor büro ile köşe kapmaca oynamak zorunda kalıyor. Kendi rantları için tribünleri bölmekten çekinmeyenler, taraftardan gelen "orada dur !" seslerine biber gazı ile cevap veriyorlar ! Daha sonra da "spora siyaset bulaşmasın yeaa!" sözlerini kendilerine hak görüyorlar. O kadar kolay değil beyler, orada duracaksınız ! Pis ellerinizi ve futbol dünyasına saldığınız kirli maşalarınızı da yanınıza alarak, yeşil sahaları sadece taraftarlara bırakarak terk edeceksiniz !
Fenerbahçe'nin Gençlerbirliği karşısında kazandığı iki uyduruk penaltıyla maçı kazanmasına mı ? Galatasaray'ın %100'lük golleri kaçırarak 2 puanı Rize'de bırakmasına mı ? Yoksa gırtlağına kadar kaosa batmış futbol düzenine mi üzülelim bilemiyorum...
Sonra bir düşünme hali alıyor...
Belki de sabahtan İstinye'de ki TFF binasına gidip; camlara iki taş atarak adalet (!) isteğimizi dile getirseydik farklı olurdu diyorum ! Malum, bu ülkede işler böyle yürüyor! "En çok ağlayan,en çok mağdur olandır !" En mağdur takımın yöneticilerinin hafta ortası yaptıkları basın toplantısında "hükümetimizin yanındayız" demeçlerini zamanlama açısından da manidar buluyorum ! Çok değil bir kaç hafta önce, Ali İsmail Korkmaz'ın ailesini yanlarına alarak Bağdat Caddesi'nde adalet(!) aradığını söyleyen güruh, bu hafta da Gezi'de can veren çocukların kemiklerini sızlatıyor. Uslu yöneticiler farkında değiller, hak ararken haksızlığa alet oluyorlar. Kendi pisliklerini temizlemek uğruna, masum insanların duygularını ve arma sevdalarını kullanıyorlar. İşlerine gelmeyen her kararda "ben oynamıyorum yeaa !" türünde ki açıklamaları ile 7 yaşında ki çocuktan farksız oluyorlar. Sadece Galatasaray veya diğer takımların gözünde ufalmıyorlar, kendi taraftarının da gözünde küçülüyorlar.
Lanet ediyorum...
Yaşananlar üzerinden çok geçmiyor, Ç.Rizespor - Galatasaray maçının ardından yeni bir tape ortaya çıkıyor. Başbakan ile oğlu arasında geçen görüşme kayıtlarında "Fenerbahçe'yi şike sürecinde ben kurtardım !" minvalinde söylemlere şahit oluyoruz. Sezon başından beri "spora siyaset bulaşmasın" diyenler haklılar ! Siyasiler spor dünyasında, istediği gibi at koşturmakta ve olaylara yön verme konularında özgürdürler ! Taraftarlar yaşananlara "orada dur !" demek istediğinde, hata yapmakta ve kanunları çiğnemektedirler !
Yersen...
Doğal olarak "tutarlı siyasilerimizin" taraftarlardan aldığı bu tepkiler işlerine gelmiyor. Olaylar devam ederken, taraftar her pankartta veyahut her tezahüratta, spor büro ile köşe kapmaca oynamak zorunda kalıyor. Kendi rantları için tribünleri bölmekten çekinmeyenler, taraftardan gelen "orada dur !" seslerine biber gazı ile cevap veriyorlar ! Daha sonra da "spora siyaset bulaşmasın yeaa!" sözlerini kendilerine hak görüyorlar. O kadar kolay değil beyler, orada duracaksınız ! Pis ellerinizi ve futbol dünyasına saldığınız kirli maşalarınızı da yanınıza alarak, yeşil sahaları sadece taraftarlara bırakarak terk edeceksiniz !
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)