19 Nisan 2014 Cumartesi

1.Galatasaray Harbi

Her kafadan çıkan farklı bir sese şahit oluyoruz. 

Galatasaray'ın bu sezon ki kötü performansında kim suçlu ?

Ünal Aysal mı ? Yoksa "basiretsiz" Yönetim mi ? "Hayallerimizi yıkanFatih Terim mi ? "Üvey evlatRoberto Mancini mi ? "Ruhsuz" futbolcular mı ?

Adnan Polat döneminde, fatura önce Adnan Sezgin'e, sonra Adnan Polat'a kesilmişti. Failler belliydi. Kelle istenecekse taraftarın önünde belli kişiler vardı. Yaşadığımız sezonun failleri ne bir ne de iki kişi. Çok daha fazlası...




Malum isimlerin yaptıklarını tek tek sıralamaya gerek yok. Sadece Ünal Aysal'ın Fatih Terim'e söylediği "eleman" lafından, "kurumsallaşıyorum" diyerek 2 sene yakalanan başarıda büyük katkıları olan Albayrak, Dürüst ve Öztürk'ün yönetimden uzaklaştırılmasına; RTE'nin "Alo Fatih, milli takımın başına geçmeni istiyorum" söylemine ve Twitter açıklaması yüzünden alınan vergi cezasına bile bakabilirsiniz. Yapılan bir yanlışın, süreç içerisinde büyüyerek "operasyona" hazır hale gelmesi bugünlere zemin hazırlamıştır.

Roberto Mancini'ye Fenerbahçe maçında açılan "Roma bir  günde inşaa edilmedi" pankartını hatırlarsınız. Mancini ile sözleşme imzalamaya giden Bülent Tulun, İtalyan hocaya "biz geleceğin takımını kurmak istiyoruz" derken, bunu taraftara açıklama gereği bile duymamıştı. Osmanlı Devleti'nin geçirdiği Lale Devri'nde başlayan yenilikler sarayın dışına çıkamayınca, kaçınılmaz son 1. Dünya Savaşı'nda gelmişti. Galatasaray'da ise "yenilik" düşüncesi taraftara iyi anlatılmadığı için "1. Galatasaray Harbi" yakın görünüyor.




Bir türlü ifade edilemeyen "gençleştirme" ve "geleceğin takımı" olayını tekrardan anlamak ve özümsemek gerekir. 25 Mart'a kadar bu olayı sadece YönetimTulun ve Mancini biliyor. Taraftar ise bu gerçeği, 25 Mart'ta oynanan Bursa maçı sonrası, yapılan basın toplantısıyla öğreniyor. Geç gelen açıklamanın zamanlaması da manidar !  Şampiyonlar Ligi'nden elenmiş, Süper Lig'e havlu atmış ve elinde sadece Türkiye Kupası kalmış bir dönemde, taraftar böyle bir gerçekle tanıştı. Sürekli bir şekilde "takım toparlanacak, sezon sonu şampiyonuz!" söylemleriyle günü kurtaran bir yönetim; tribüne oynamaktan başka bir şey yapmamıştır.

Her kafadan farklı bir sesin çıktığı, kimin ne söylediğinin, ne anlattığının hiç bir öneminin kalmadığı zamanlarda; yitip giden değerleri mumla aramaya başlıyoruz. Taraftarından kopuk bir yönetim anlayışını kabullenmek mümkün değil. " Türkiye'dir Galatasaray "sözü, sonuna kadar bir realitenin ürünüdür. Bakmayın "İslam Çupi şu tarihte Fenerbahçe için yazmış" diyenlere. Onlar kendi cumhuriyetini kurmanın derdinde iken; Galatasaray bu gerçeği ülkeye sunmuştur. Bu yüzden Türkiye'nin her köşesine sarı kırmızı hakimdir. Galatasaray yönetimi, bu yüzden meclis gibi olmalıdır. Bu meclis sadece "liselilerden"oluşamaz! Candan Erçetin, Şükrü Ergün, Özkan Olcay ile bu ülkenin "medar-ı iftiharı" yönetilemez! Şahıslarla problemim yok. Sadece yetkinliklerine lafım. Ünal Aysal'ın bu aşamada mutlaka ve mutlaka yeniden seçime gidip, listesini güncelleyerek seçilmesi gerekmektedir. Bu bir hatanın kabulü müdür ? Evet kabulüdür ! "Kurumsallaşıyorum" diyerek, ülke futbolunun gerçeklerine "Fransız" kaldığının kabulüdür. Maalesef o seviyelere hala gelemedik. Nasıl gelelim... Atanmışların yönettiği, şikenin örtbas edildiği, ırkçılığın geçiştirildiği Türk futbolunda; neyi nasıl kurumsallaştıracaksın ? 




Türk futbolcularının profesyonellikten nasibini almamış tavırlarıyla, başına hala "baba" beklediği bir ülke burası ! Senede kazandıkları milyon euroların yanında, bir de devamlı sırtını sıvazlayacak "baba" istedikleri bir ülke... Galatasaray'da Lucescu sesleri yükseliyor. Yükselmesi de normaldir. Babacandır Lucescu. Tam Türk futbolcusuna göredir. Geldiği zaman, "Albayrak'ı yanıma isterim !" dediği zaman "kurumsallık" diyemezsin ama... Yanında görmek ister dostunu...

Arada kaynamaması gereken bir konu daha var. Çarşamba günü kupa maçı oynayan takımı, Cumartesi lig maçına çıkartmak sadece "atanmış" federasyona yakışırdı. Bir de olayın hakem boyutu vardır ki tam bir rezalet! Cüneyt Çakır'ın dün akşam Galatasaray'ı nasıl baltaladığını ve sezon başında yapılan operasyonun son halkasını nasıl oluşturduğunu da unutmayalım. Beşiktaş maçında kendisine yardım eden Semih Kaya'ya yapılan faulü es geçip, daha 7. dakikada verdiği kararla fişi çekmesini de not edelim. Gerisi "operasyoncuların" flaş takımı olan Kasımpaşa'nın becerisine kalmıştı. Onlarda 85 dakika eksik oynayan Galatasaray'ı, kaosa iten hamleyi gerçekleştirdi.

Camia olarak tarumar olmuş Galatasaray'da, tekrardan kenetlenmenin yolları aranmalı ve mümkünse yapılacak yeniliklerin de taraftara iyi anlatılması gerekmektedir. Bu büyük camiayı tekrardan kenetleyebilecek isimlerin, kulüp çatısından içeriye girmesi ve 4. yıldız için çalışmalara derhal başlanılması gerekmektedir. Zaman ağlayıp dövünme zamanı değil, Galatasaray'a sahip çıkıp çözüm üretme zamanıdır ! 

13 Nisan 2014 Pazar

"Euroleague Fatihi" Sarayın Sultanları

Hiç şans tanımadılar size. O kupayı kazanacağınıza ihtimal dahi vermediler.

Turnuvanın ilk maçında yönetimden hiç kimse yoktu mesela. Taraftar desen 5-10 kişiden ibaretti. 

Yönetim sezon başında bütçe olarak ufalmaya gitmişti. 

Taraftar desen, önce ki senelerden gelen hayal kırıklığıyla İpekçi'nin parkelerinde yalnız bırakmıştı sizi.

Avrupa kupalarında Türkiye'ye ilk başarıyı getiren Galatasaray'da, şubenin kapatılma ihtimalleri dahi konuşulur olmuştu. 

Unutmuşlardı Galatasaray'ın bir SPOR kulübü olduğunu...

1998-1999 sezonunda Derya Özyer, Andrea Stinson, Çelen Kılınç, Korana Zanza, Handan Özbek, Wendy Palmer, Jankovska, Nihan Anaz ve Aycan Yeniley ile Avrupa 3.lüğünü yaşayan kadronun başında yine Ekrem Memnun vardı. Aradan 15 yıl geçmiş, dönemin kaptanı Derya Özyer yardımcı antrenör olmuştu. Derya Özyer kendi jenerasyonunda Türkiye'nin en yetenekli oyuncusuydu. Çelen Kılınç ile beraber Türkiye Ligi'ne ambargo koyan kadronun iskeletini oluşturmuşlardı. 1999'da 3.lük ile yetinen Derya Özyer, dün akşam yardımcı antrenör olarak Avrupa'nın en büyük kupasına uzandı.

Işıl Alben, Ceyhun Yıldızoğlu döneminde kaybedilen şampiyonluklarda hep baş sorumlu olarak gösterildi. Hiç hak etmediği ithamlara maruz kaldı. Ancak Ekrem Memnun'un yönetiminde o da küllerinden doğdu. Sayı atmadığı zaman asist, asist yapmadığı zamanlarda kısacık boyuyla topladığı ribaundlarla takıma katkı verdi. Oyunu hep kontrol etti. Direksiyonda usta bir pilot, takım içerisinde gerçek bir liderdi artık. Turnuva boyunca her maç daha fazla büyüdü. En kritik yerde Ekaterinburg'u dize getirirken üçlüğü gönderdi. Son iki dakikada 2 hücum ribaundu ile oyunda tuttu Galatasaray'ı... Fenerbahçe maçında da yine herkesi büyüledi. Elini soktuğu her topu çekti aldı. Tepeden ikili oyunları ve sinsice çekip aldığı ribaundlarıyla bir hayali gerçekleştirdi. Turnuva öncesi Dinamo Kursk ile anlaştığı iddiaları çıkmıştı. Zaman ne gösterir bilinmez ama Işıl Alben'in takımda kalması şart. 



Ve baş antrenör Ekrem Memnun... Galatasaray'a iki yıl içerisinde büyük bir kimlik kazandırdı. Geçen sezon Fowles ve Ann Wauters gibi oyuncularla pek yıldızı barışmadı. İstediği kimliği oturtabilmek için Euroleague'de çaylak sezonunu geçiren Kelsey Bone'u kadroya kattı. Sancho ve Alba Torrens ile "yola devam" dedi. Türkiye Ligi'nin sayı kraliçesi Shavonte Zelluos hamlesi ile skorer oyuncu eksikliğini giderdi. Kadro yapısı ile savunmayı ön planda tutan, tepede ikili oyunları iyi oynayan, forvetlerden Alba ve Zelluos ile dış atışları değerlendiren bir takım ortaya çıktı. Takım içi liderliğini de Işıl Alben'e veren Ekrem Memnun, izlemesi keyif veren bir takımın temellerini attı. 

Özellikle turnuva genelinde uyguladığı alan savunmasıyla Ekaterinburg'u sahadan sildi. Final maçında ise aynı akıbeti Fenerbahçe'ye yaşattı. Baskılı alan savunması rakiplerin korkulu rüyası olurken, kapılan toplarda cezayı Zelluos ile kesti.  Ekaterinburg maçının kahramanı Alba Torrens'in, Fenerbahçe maçında etkisiz kalması, takım içerisinde farklı isimleri ön plana çıkardı. Özellikle sakat sakat oynayan Sancho Lyttle ve Nevriye Yılmaz'ın yüksek posttan bulduğu sayılar nefes aldırdı. Maçın asıl kahramanı olan Şebnem Kimyacıoğlu'nu da unutmamak lazım. Üst üste bulduğu iki üçlük, kupayı Galatasaray'a getirdi.

Yine Ceyhun Yıldızoğlu dönemini hatırlarsak, savunma yapmayı sevmeyen bir takımdık. Hücumda ise takımın skor yükünü çeken Diana Taurasi'nin eline bırakılan topları ve kaderine terk edilmiş Galatasaray hücumlarını anımsarız. Ekrem Memnun iki sene içerisinde öncelikle bu sorunları çözdü. Savunmadan beslenen bir takımın, hücum performansı parlayınca makine gibi işleyen bir takım çıktı ortaya. Sahada iç-dış dengesini iyi oturtan Galatasaray, top paylaşımını da muazzam yapınca bu başarı kaçınılmaz oldu. 

Sırada senelerdir hasretini çektiğimiz Türkiye Ligi var. Şuanda ki motivasyonla ligi de kazanacağımıza kesin gözüyle bakıyorum. En son şampiyonluğumuzun 1999-2000 senesinde olduğunu da hatırlatalım. Bu sene kazanılacak şampiyonluk, bayan basketbolunda Yenilmez Armada'nın tekrardan doğuşunu müjdeleyecektir. Biz yeter ki bu takıma inanmaya devam edelim !


6 Nisan 2014 Pazar

Galatasaray - Fenerbahçe Maç Yazısı | İçimiz Rahat Etti

Bütün haftayı medyanın gereksiz gazlamaları ve  Fenerbahçeli (ismi lazım değil) bir futbolcunun Arena'yı kuaför olarak görmesiyle geçirdik. Açıkçası maç öncesi en çok çekindiğim konu, tribünün erken yenilebilecek gol sonrası vereceği reaksiyondu. Uzun zamandır tek bir olay dahi çıkartmayan Galatasaray taraftarı, hayal kırıklığıyla dolu bir sezonda; iç sahada ki Fenerbahçe mağlubiyetini kaldıramazdı. Ancak geçmiş yıllardan, tribün olarak ders çıkarttığımızı söyleyebilirim. Sahaya müdahale etmeden, 90 dakika oyunda olan bir Galatasaray taraftarı vardı. Islık, tezahürat, baskı, meşale, coşku vs. ne ararsanız vardı. Tribünün gerekli yerlerde müdahalesi ve hakemi baskı altına alması da çok önemliydi. Emre'nin ilk sarı kartında tribünün nasıl etkili olduğunu görebilirsiniz. Senelerdir, Galatasaray'ı kendi sahasında psikolojik savaşla yenen Fenerbahçe, bu sefer kendi silahıyla vuruldu. Galatasaray'da taraftarından futbolcusuna kadar herkes dersine çok iyi çalışmış. Çok kötü bir futbol izlediğimiz derbide, psikolojisi sağlam olan kazandı.

Maç öncesi gerek Nevizade, gerekse Ali Sami Yen Sokak bayram yeriydi. İstanbul'un güneşli bir güne uyanması, derbi atmosferini bütün İstanbul'a yaymıştı. 18:00 itibariyle Arena'da taraftar yerlerini almış, başta Emre Belözoğlu ve Volkan Demirel olmak üzere, suyun karşı yakasında ikamet eden takımı (Khalkedon) beklemeye başlamıştı. Isınmaya çıkan malum şahıslara, muazzam bir baskı ortamı yaratıldı. 

Maçın ilk 10 dakikasında baskılı ve istekli bir Galatasaray izledik. O baskı sonucunu vermekte gecikmedi ve Sneijder tabelayı değiştiren isim oldu. İşin savunma kısmında ise (özellikle ilk yarıda) Sneijder ve Burak Yılmaz, Fenerbahçe'nin beklerini takip ederek savunmaya muazzam katkı verdiler. Her pozisyonda Caner ve Gökhan Gönül'ü ilk karşılayan isim oldular. Fenerbahçe'nin artık herkesçe ezberlenen 30-40 metrelik uzun ve ters topları, savunmada Hakan Balta ve Semih Kaya tarafından bertaraf edildi. Ersun Yanal'ın forvette Webo'yu tercih etmemesi, Fenerbahçe'nin aleyhine oldu. Özellikle kafa toplarında Emenike'nin etkisiz kaldığı bir maçta, Webo değişikliği çok daha önce olmalıydı. Ersun Yanal'ın sezon başından beri takımına ezberlettiği "iki beke ters top gönder, kenarlardan orta açsınlar; ileriye şişir ve orada prese başla !" mantalitesi, kompakt oynayan bir rakibe karşı sökmedi. "İlk yarıda ki derbiyi 2-0 nasıl kazandı?" diyenler olabilir. İlk 20 dakikayı tekrar izlerseniz (Chedjou'nun penaltısına kadar) , kendi evinde oynayan Fenerbahçe'nin pozisyon bulamayışına da iyi baksınlar ! Orta sahada top yapmak gibi bir derdi olmayan Fenerbahçe'nin, ileriye göndereceği uzun topların haricinde başka bir oyun planı olmaması da çok ilginç! Sadece kanat varyasyonlarıyla bir şeyler üretebilen bir takımın kilitlenmesi çok kolaydı. Öyle de oldu. Kenarlardan gelen Caner ve Gökhan Gönül'ü iyi durduran Galatasaray, haddinden fazla sert geçen derbiyi kazanmasını bildi. 

Burada Semih Kaya ve Hakan Balta'yı tebrik etmek gerekiyor. Maç boyu havadan gelen bütün topları indirip, doğru kullandılar. Özellikle Emenike'ye karşı bariz üstünlük kurdular. İkinci yarıda risk alıp, kaptırdıkları topları da es geçmemek lazım. Daha basit oynayıp daha az risk almaları gerekiyor. Gökhan Gönül'e karşı Alex Telles'in sürati ve doğru pozisyon alması da önemliydi. Hücumda etkili bindirmeleriyle, Galatasaray'ın devre arasında ne kadar doğru bir transfer yaptığını tekrar kanıtladı. Bu arada 90 dakika boyunca iyi ve formda bir Drogba'nın, takım için ne kadar önemli bir futbolcu olduğunu da hepimiz gördük. Rakip stoperlerle tek başına verdiği mücadele ve topu rakip sahada tutması, Galatasaray'ın ikinci yarıda nefes almasını sağladı. Bekir'e attığı jeneriklik çalımları da not etmek lazım... Maçın tek golünün sahibi Sneijder, büyük maçların oyuncusu olduğunu yine gösterdi. Hollandalı, hücumda takımın en üretken ismiydi. Gerek isabetli pasları, gerekse sol kanattan yapılan set hücumlarını iyi yönlendirdi. 

Gol sonrası Sneijder'in sevinci


Gelelim gecenin iki ana başlığına. 

Birincisi çok tartışılan Felipe Melo olayı. Bugüne kadar Lugano'yu, Emre Belözoğlu'nu, Volkan Demirel'i bağrına basan Fenerbahçe camiası, mağlubiyeti geçiştirmenin yolunu Melo'nun dilinde aramaya başlamış. Kaybettikleri her derbi sonrası ya hakem suçlanır, ya Galatasaray'dan bir futbolcu... Artık bu muhabbetlere alıştığımız için gülüp geçiyoruz sadece. Her maç rakibe veya hakeme küfür eden, ırkçılık konusunda dünya markası olmuş Emre Belözoğlu suçsuz ilan edilirken; çift girdiği rakibi Felipe Melo suçlu oldu ! (Bu arada Emre'nin ikinci sarısı, direkt kırmızı olmalıydı. Tekrar izlerseniz daha net görürsünüz.Öyle bir müdahale sarıyla geçiştirilemez.) Ayrıca Emre'nin yaptığı çirkefliklerin cezasını, Melo'nun "get the fuck out" işaretinde bulabilirsiniz. 2 sezon önce Volkan'ın poposuyla tuttuğu topun cezasını kesen Felipe Melo, şimdide "süt oğlan" Emre'nin cezasını kesmiştir. Yürüyedur aslanım, çakallara yedirmeyiz seni !

Get the Fuck Out !


Gelelim kanayan yaramız Selçuk İnan'a... Öncelikle olaylar nasıl gelişti, açıklık getirelim. Galatasaray bir pozisyonda hızlı çıkmak isterken, top Selçuk İnan'a geldi. O sırada Drogba ve Burak Yılmaz sprint atmış ve savunmanın arkasına sarkıyordu. Selçuk İnan bu ikiliye pas atmayınca, tribünde öyle abartılacak bir yuhalama olmasa da, homurdanmalar başladı. Selçuk İnan duygusal bir yapıya sahip. Geçtiğimiz günlerde GS TV'ye verdiği bir röportajda, Galatasaray taraftarına (yuhalandığı için) kırgın olduğunu ifade etmişti. Önceden gelen bu kırgınlık, iyi oynadığı bir maçta gördüğü haksız tepkinin etkisiyle birleşti. Roberto Mancini'nin saha içerisine girerek verdiği "sahada kal !" mesajı da sonun başlangıcı oldu. Sakatlığını bahane ederek oyundan çıkmak istemesi ve formayı çıkartması da kendisine yakışmadı. Çıkarttığı formanın değerini, taşıdığı kaptanlık pazubandını daha önceden kimlerin taşıdığını da unutmaması gerekiyor.Yaşanan süreçte Selçuk İnan'dan daha dik bir duruş beklerdim. Ancak kendisine gösterilen tepkiler altında ezildiğini ve bu baskıyı kaldıramadığını görüyorum. Selçuk İnan'ın formasını çıkartıp Tugay'a vermesi ve kaptanlık pazubandını atması sebebiyle Galatasaray taraftarına bir özür borcu vardır. 

Birde ısrarla futbolcu yuhalamayı marifet zanneden taraftar boyutu vardır ki asıl problem burada yatmaktadır. 2 sene boyunca yaşanılan bütün başarılarda katkısı olan bir futbolcu, bu kadar kolay gözden çıkartılamaz ! Bu kadar kolay yem edilemez ! Belli bir yerden sonra Galatasaray'da futbolcu tutamaz hale geliriz. Arda  Turan'ın gidişinde sevgilisine edilen küfürleri de hatırlıyoruz. Bu tip şeyler sadece Galatasaray'a zarar vermekten öteye geçmiyor. Bu yüzden her futbolcuyu yuhalayan taraftarın da Galatasaray'a bir özür borcu vardır.

Gate 417'de açılan "Roma bir günde inşa edilmedi" pankartı.